Anselmus Kimdir ? Hayatı ve Eserleri Nelerdir ?

Photo of author

By Bilgio.Net

Anselmus Kimdir ? Hayatı ve Eserleri Nelerdir ?

Anselmus aslen İtalyalıdır ama 1093’den Kuzey Fransa’da bir kilisede rahiplik ve ardından İngiltere’de Canterbury başpiskoposluğu yapmış ve orada ölmüştür. Düşünür Augustinus’un ‘’ anlamak için inanıyorum ‘’ önermesini almış, inancı akıl ile temellendirmeye çalışmıştır. Anselmus’un bu çabası skolastizmin akıl ile inancı birleştirmeye çalışmasının bir göstergesidir.

İlkçağın son dönemlerine paralel olarak, Kavimler Göçü sonunda Antik dönemden süre gelen birçok kültür değerlerinin Avrupa kıtasında yok olduklarını söyleyebilir. Bu nedenle Batı’da 500-1000 yılları arasında kültür yönünden bir sessizlik dönemi vardır; oysa Doğu aynı dönemde canlı bir düşünce yaşamına sahipti. Batı’da düşünce yaşamı 1000 yıllarında yeniden canlanmaya başlamıştır. Bu canlanma Kilisedeki bir hareketle ilişkilidir. 10. Yüzyılda kültür yönünden büyük bir çöküş yaşamış olan Katolik Kilisesi bundan sonraki yüzyılda enerjik ve yenilikçi papazlar yardımıyla yeni bir hayata kavuşmuştur. Katolik kilisesi’ne bu canlılığı getirenler arasında, özellikle Papa VII. Greguar ile öğrencisi Anselmus’u sayabiliriz.

Ortaçağ’ı ilgilendiren başlıca konunun insanın Tanrı ile olan ilişkileri olduğunu biliyoruz. Bu konuyu Ortaçağ felsefesi dinin dogmaları yönünden yanıtlar. Çünkü bu çağa göre gerçek, zaten din kitaplarında bulunmaktadır. Bu nedenle yapılacak tek şey dogmayı savunmak ve temellendirmektir. İşte, her şeyden önce bir teoloji olan Ortaçağ felsefesi için, Anselmus tipik bir örnektir. Anselmus doğa ile hiç ilgilenmez, ruhtan çok az söz eder, onun tüm görüşleri ‘’ Tanrı ‘’ düşüncesi etrafında toplanmıştır. Onun için Tanrı tüm varlığın ağırlık merkezidir. Anselmu’un tüm çabası kutsal vahiy olan dogmaları savunmak ve temellendirmektir.

Henüz Skolastiğin ilk döneminde yaşayan Anselmus doğa konusuna hemen hemen hiç ilgi göstermemiştir. Oysa Skolastiğin parlak döneminde, söz gelişi Aquino’lu Thomas’ta, doğaya ait geniş bir ilgiye, Aristo’ya göre ayarlanmış bir doğa felsefesinin var olduğuna tanık oluyoruz. Skolastiğin bu iki dönemi arasında başka bir farklılık daha oluşmuştur. İlk dönemin temsilcisi olan Anselmus, Kilise’nin ‘’ tüm dogmaları ‘’nı akla uygun duruma getirmek isteyen tam imanlı bir Hıristiyandır. Skolastiğin parlak dönemi ise iman ile kabul edilmesi gereken dogmalarla, akıl ile aydınlanması mümkün olan dogmalar arasında bir ayrım yapar. Bu ikinci dönem için iman ve felsefe birbirine uygun olan iki alan değildir. Aksine iman aklı tamamlar. İmanın birtakım sırları vardır ki, bunlara yalnızca inanmak gerekir.

İste Skolastiğin ‘’ Son dönemi’’, özellikle bu yönden daha ileri bir adım atarak, akıl ile kavranabilecek dini gerçeklerin sayısını büsbütün azaltmıştır. Bu son dönem Tanrı’nın varlığını bile akılla temellendirmenin mümkün olduğunu reddeder. Böylece Tanrı’nın varlığı konusunu da bir iman meselesi yapar. Böylelikle ilahiyat ve felsefe tümüyle birbirinden ayrılmış olurlar. Felsefe ancak bilinmesi mümkün olanı, özellikle doğayı, iman ise akıl tarafından kavranmalarına olanak bulunmayan dini gerçekleri konu alır.

Batı’da Skolastiğin üç dönemi vardır: Anselmus’un tipik temsilcisi olduğu ilk dönemde felsefe kurgusal ilahiyattır. Bu dönem en yüksek dini gerçeklerin akıl ile aydınlatabileceğine inanır. Oysa ikinci dönemde, yani Aristo’ya dayandırılan parlak dönemde felsefe ve ilahiyat artık birbirinden ayrılmaya başlar. Bu döneme göre, dinin ancak bazı temelleri akıl ile çözümlenebilir, geriye kalanlara yalnızca iman etmek gerekir. Skolastiğin son döneminde felsefe ve ilahiyat biri ötekinden tam anlamı ile ayrılır.

Öncelikle ‘’ bilmek nedir? ‘’ sorusundan hareket eden Anselmus ‘’ bilmek düşünmektir, gerçeği çıkarabilmektir’’ der. Gerçek ise ancak kanıtlanarak bilinir. Peki, gerçek dediğimiz şey nedir? Gerçek, bilgimizin gerçekliğe ‘’ uygun ‘’ olmasıdır. Her düşünce kesinkes bir ‘’ var olana’’ geri döner. Her var olan ise ‘’ mutlak bir varlığı ‘’, yani Tanrı’nın varlığını şart koşar. Skolastiğe göre biz ‘’ var olan Tanrı ‘’ olmaksızın düşünemeyiz bile. Anselmus bu düşüncesini Tanrı’yı kanıtlamak için de bir delil olarak benimser. Yani ona göre mutlak varlığın, yani Tanrı’nın varlığını gerektirmeyen hiçbir düşünce gerçek olamaz. Bu düşüncenin temelinde Platon’un ve özellikle Yeni Plotonculuğun etkileri olduğunu kolayca fark edebiliriz. Çünkü Ploton’a göre de ‘’ var olan ‘’ ancak mutlak varlığa katılarak var olur. Anselmus’un bir diğer yapıtında, sonraları felsefe tarihinde çok ünlenen ve Yeniçağ’da Descartes tarafından yeniden ele alınan ikinci bir Tanrı kanıtı, yani ‘’ ontolojik kanıt’’ı bulur.

Yorum yapın