Teleskobun İcadı : Teleskop Nedir ? Kim Tarafından ve Ne Zaman Bulunmuştur ?

Photo of author

By Bilgio.Net

Teleskobun İcadı : Teleskop Nedir ? Kim Tarafından ve Ne Zaman Bulunmuştur ?

Resmi arşivlere göre teleskop, Hans Lippershey ( 570-1619 ) adlı bir mercek imalatçısı tarafından tesadüfen icat edildi. Lippershey, atölyesinde mercekle oynayan iki çocuğun iki merceği birbirine yakınlaştırarak uzaktaki bir rüzgar gülünün yakın görüntüsünü elde ettiğini fark etmiş ve bunun üzerine 1608 yılında tertibatın ilk patentini almıştı. Lippershey’in bu tasarımı rakip bir gözlük imalatçısından çaldığı iddia edenlerde var. Her halükarda teleskop tertibatı için ilk patenti 2 Ekim 1608’de Hollanda hükümetine yaptığı başvuruyla Lippershey almıştı. Aynı ayın ileriki günlerinde Siyam Krallığı büyükelçisi tarafından yazılan bir diplomatik raporun sonunda Lippershey’in patentine kısa bir atıfta bulunuluyordu. Rapor Avrupa’ya yayılınca çağın önde gelen bazı bilimcileri ve matematikçileri konuyla ilgili kendi deneylerini yapmaya koyuldular. Bunların arasında İngiliz Thomas Harriot ( 1560-1621), Brother Paolo Sarpi ( 1552-1623 ) adlı bir Venedikli ve Padova Üniversitesi’nde adı pek duyulmamış bir geometri öğretmeni olan ve raporun ulaştığı sıralarda Venedik’i ziyaret eden Galileo Galilei de ( 1564-1642) vardı.

Galileo, 1586’da hidrostatik denge ( terazi ) tasarımı üzerine yazdığı kitapla ilk kez bilim dünyasının dikkatini çekmişti. Ardından dünyanın ilk hassas termoskobunu ( termometre ) icat etti. Ünlü Pisa kentinden bu adam 1609’da teleskobun gerçek potansiyelini kavrayan ilk kişi oldu. Ancak askeri açıdan değerli olduğunu düşündüğü merceklerin, bu yeni icatla gerçek bir başarı yakalamasına yetecek kadar güçlü olmadığının da farkındaydı. Galileo mercek yapımının inceliklerini öğrenmeye koyuldu ve eski Yunancada ‘’ uzağı görme ‘’ anlamına gelen ‘’ teleskopos ‘’ sözcüğünden türeyen, bugün teleskop dediğimiz aletin yakınlaştırma kapasitesini çıplak göze oranla on kata kadar arttırmayı başardı. 1609 yılının Ağustos ayından Podova’dan Venedik’e döndü ve önde gelen senato üyelerini St Marco Bazilikası’ndaki çan kulesinin tepesine çıkmaya davet etti. Burada onlara, yeni icadı sayesinde denizden kıyıya yaklaşan gemilerin çıplak gözle fark edilmeden iki saat önce nasıl görünebilir hale geldiklerini gösterdi.

Venedik Dükü Leonarda Donato ( 1536-1612) yaklaşan düşman donanmasının vakitlice fark edilmesini sağlayabilecek bir aygıtın değerini hemen kavradı ve kendi donanmasında kullanmak üzere teleskop siparişi verdi. Ardından Galileo’yu öğretim görevlisi olarak sürekli bir işle ödüllendirdi ve maaşı iki katına çıkarıldı. 45 yaşında taşralı akademisyenin bu başarıyla yetineceği düşünülebilir ama aslında Galileo ve teleskobunun uygarlıkta devrim yaratan, hem fikir birliğine hem de ayrışmaya yol açan ve nihayetinde mucidin sonunu getiren yolculuğa yeni başlıyordu.  Galileo, 7 ocak 1610’da teleskobunu ufuklardan gökyüzüne çevirdiğinde, gördükleri dünyayı sonsuza dek değiştirecekti.

teleskobu-kim-buldu
Daha önce insanoğlunun evrene dair kavrayışı çıplak gözle görebildiklerinde ibaretti. Bu da Ay ve yıldızlarla sınırlıydı. Bu yıldızların en parlak olanı, takımyıldızlarının sabit eksenlerinden farklı istikametlerde hareket ediyordu ve kimse bunun nedenini açıklayamıyordu. O çağda ( temelde İncil öyle söylediği için ) Dünya’nın evrenin merkezinde olduğuna ve Güneş’in, Ay’ın ve yıldızların onun etrafında döndüğüne inanılıyordu. Ayrıca gökyüzündeki tüm varlıkların Tanrı’nın iradesiyle kusursuz olduğuna inanılıyordu. Fakat Galileo teleskopla Ay’ı incelediğinde kraterler, sıradağlar ve vadiler gördü. Böylece Ay’ın kusursuz olmadığı ortaya çıktı. Bu da, din adamlarının yüzyıllardır iddia ettiğinin aksine, Dünya gezegeninin benzersiz olmadığı anlamına geliyordu.

Galileo daha sonra dikkatini parlak yıldızlardan biri olan ve Romalıların Jüpiter dediği gezgin yıldıza yoğunlaştırdı. Çıplak gözle bakıldığında diğer yıldızlardan farksız görünse de Galileo onun Dünya’ya benzer başka bir gezegen olduğunu hemen anladı. O, başka bir dünyaydı. Galileo, ayrıca Jüpiter’in çevresinde her gece konum değiştiren dört küçük yıldız tespit etti. Bunlar, Jüpiter gezegeninin çevresinde kendi eksenlerinde dönen aylar olmalıydı. Bu uyduların bizim Ay’ımız gibi doğrudan Dünya’nın çevresinde dönmedikleri belliydi. Galileo elinde patlamaya hazır bir bomba olduğunu hissediyordu. Acaba uzaklarda başka bir dünya mı vardı ? Keşiflerini anlattığı ve altı hafta içinde alalacele basılan Yıldızlı Ulak ( Siderius Nuncius ) adlı kitabı Galileo’ya bir anda ün kazandırdı. Ne var ki birçok bilim insanı onun tespitlerini gülünç buldu ve basit bir yanlış anlama olduğu gerekçesiyle reddetti. Öte yandan kimileri de bu keşfin Kopernik’in bir asır önce öne sürdüğü Güneş’in evrenin merkezinde olduğu ve her şeyin onun etrafında döndüğü teorisini doğruladığını düşündü. Böyle düşünen bilimcilerin birçoğu sessiz kaldı çünkü bu keşfin kendi gezegenlerindeki en güçlü ve en tehlikeli insanlar grubu olan Roma Katolik Kilisesi tarafından hoş karşılanmayacağını biliyorlardı.

Ancak Galileo araştırmalarına devam etti ve bu kez Romalıların Venüs dediği başka bir gezgin yıldıza odaklandı. Teleskobu sayesinde gezegenin birkaç aylık aralıklarla biçim ve boyut değiştirdiğini gözlemleyebiliyordu. Venüs’ün şeklinin haftalar geçtikçe büyük bir hilalden küçük düz bir daireye dönüşmesini izledi. Sonra gezegenin yüzeyini yeniden gölgeler kaplıyor ve şekli yine büyük bir hilale dönüşüyordu. Galileo bunun ne kadar önemli bir tespit olduğunu hemen anladı: Venüs Dünya’nın çevresinde değil, Güneş’in çevresinde dönüyordu. Galileo için bunun anlamı belliydi. Evrenin merkezinde olan Dünya değil, Güneş’ti. Bu tespit geniş kapsamlı ve ciddi sonuçlar doğuracaktı, zira gökbilimciyi Roma Katolik Kilisesi’nin temek inanışları ve öğretileriyle doğrudan ihtilaflı hale getiriyordu. Asırlardır Tanrı’nın insanoğlunun evrenin merkezine koyduğu vaaz ediliyordu ve Galileo’nun teleskobu bu sava karşı ilk ciddi meydan okumaydı. Bu, modern çağda da varlığını sürdüren bilim ve din arasındaki çatışmanın başlangıcıydı. Zira İncil’de açıkça, ‘’ Güneş yükselir, alçalır ve eski yerine döner.’’ Deniliyor, ‘’ Tanrı Dünya’yı bir temel üzerine oturttu; asla hareket ettirilemez.’’ Yazıyordu. Kısacası, Galileo’nun teleskopla yaptığı gözlemler doğruysa Hristiyanlık öğretisi temelinden sarsılabilirdi. Nitekim doğruydu da.

İyi bir Katolik olan ve kilisenin yerleşik inançlarıyla ters düşmek istemeyen Galileo için bunun ne kadar zor bir durum doluğunu düşünün. Ayrıca, Vatikan’ın savlarını sorgulayan diğer kafirler gibi, işkence çarkına bağlanıp kemikleri kırılarak öldürülmeye, kızgın yağda ya da kazığa bağlanarak yakılmaya da meraklı değildi. Bunun yerine bir orta yol bulmaya çalıştı ve Güneş’in evrenin merkezinde olduğu fikrini savunmakla birlikte, İncil’deki her ayetin sözlük anlamıyla yorumlanmaması gerektiğini öne sürdü. ‘’ Belki o ayetlerde kastedilen, Dünya’nın dönüş hareketi değil de farklı türde bir hareketidir.’’ Dedi. Din adamlarının kutsal öğretilerle çelişenlere nasıl davrandığını iyi bilen Galileo, Vatikan’daki yetkilileri fikirlerini yasaklamak yerine benimsemeye ikna etmek için Roma’ya gitti. O sıralarda yaşamı ciddi tehdit altındaydı. Roma’da onu teorilerinden vazgeçmeye çağıran bir ferman yayınlanmış, o da bu fermana uyacağına dair söz vermişti. Galileo, sonraki on yıl boyunca Vatikan’la çatışmaktan kaçındı. Ancak 1623’te VIII. Urban adıyla papalık makamına getirilen Kardinal Barberini, ondan teleskoba dayalı fikirlerni gözden geçirmesini istedi. Barberini, Papalığa seçilmeden önce Galileo’nun dostu ve destekçisiydi.

Ne var ki Galileo 1632’de yazdığı ve tabana zıt görüşleri sağlıklı bir münazarayla dengelemeye çalıştığı İki Temel Sistemle İlgili Diyalog ( Dialogo sopra i du massimi sistemi del mondo ) adlı kitabı yüzünden Roma’daki Engizisyon Mahkemesi’nde yargılandı ve suçlu bulundu. Belki de Galileo karar duyunca, ‘’ Keşke şu teleskobu hiç yapmasaydım.’’ Diye düşünmüştür. Zira kutsal öğretileri reddettiğini defalarca inkar etmesine karşın dine karşı gelmekle suçlanıyordu. Kararda, Galileı’nun ‘’ Güneş’in evrenin merkezinde hareketsiz durduğunu, Dünya’nın evrenin merkezinde olmadığını ve hareket ettiğini, bir fikrin Kutsal Kitap’a aykırı olduğu halde o fikrin doğruluk ihtimalinin savunulabileceğini iddia ettiği gerekçesiyle ‘’ mahkum edildiği belirtiliyordu. Daha ağır bir cezaya çarptırılabilirdi ama ömür boyu ev hapsiyle yetnildi ve eserlerin dağıtımı yasaklandı. Ayrıca yedi pişmanlık ilahisini üç yıl boyunca haftada bir kez okumaya mahkum edildi.

Galileo, 1642 yılının ocak ayında hayata gözlerini yumduğunda, Roma Katolik Kilisesi’nin kutsal öğretilerini sorgulamasına rağmen eceliyle ölebilen nadir kişilerden biri oldu. Kullanışlı bir askeri gereç olarak icat edilen ve insalık tarihinin akışını tam anlamıyla değiştiren icatlardan biri olan Galileo’nun Teleskobu, aynı zamanda Katolik Kilisesi’ne asla güvenilemeyeceğinin ilk ve başlıca kanıtlarından biridir.

 

Yorum yapın