Felsefeye Göre Deneyimcilik Nedir? Filozofların Deneyimcilik Hakkında Görüşleri Nelerdir?

Photo of author

By Bilgio.Net

Felsefeye Göre Deneyimcilik Nedir? Filozofların Deneyimcilik Hakkında Görüşleri Nelerdir?

Çevremizdeki varlıkları duyu organlarımı sayesinde tanırız. Birçok önermenin doğruluğunu da duyu-deneyimimiz yardımıyla belirleriz. ‘’ Şu anda masanın üzerinde bir kitap duruyor’’ önermesini temellendirmenin en doğru yolu duyu organlarımızın bilgisine başvurmaktır. Söz konusu kitabı görebilir, ona dokunabilirim. Demek ki, dış dünyaya, çevremize ve doğaya ilişkin çoğu bilgiyi duyu organlarımız sayesinde elde ediyoruz. Psikologlar dış dünyayı tanımamızı sağlayan beş duyumuzun yanında, kendi durumumuzu algılamamızı sağlayan iç-duyulardan da bahsederler. Bu iç-duyular sayesinde ruhsal durumumuzun, ağrılarımızın veya diğer durumlarımızın farkına varıyoruz.

Bazen duyu organlarımızın bizi yanılttığı bilinen bir gerçektir. Örneğin, sanrı ( halüsinasyon ) durumunda ortada hiçbir fiziki uyarıcı olmadığı halde bir ses duyduğumuzu veya bir nesneyi gördüğümüzü sanırız. Çölde aşırı susuzluktan serap gören kişinin durumu da buna benzer. Algı yanılmaları, psikolojik bir olgudur. Aslında, epistemik anlamda ifade etmek gerekirse, yanılan algılarımız değil, algılarımıza ilişkin yargılarımızdır. İnsan, çevresini duyumsarken, elde ettiği bu duyumlara ilişkin yargılara ulaşır. Önümde duran kitabı görmem bazit bir duyumdur, ama gördüğüm nesnenin bir kitap olduğunu anladığım zaman söz konusu duyumum bir bilgiye dönüşmüş olur. Çünkü tek başına duyu bir bilgi oluşturmaz. Duyu ya vardır ya da yoktur. Demek ki, ‘’ Duyu insan bilgisinin kaynaklarından biridir’’ derken, tek başına duyumun bilgi oluşturduğunu söylemiyoruz.

Felsefe tarihinde bilginin kaynağı olarak duyu deneyimini savunan tipik düşünürler arasında John Locke, George Berkeley ve David Hume başta gelir. Deneyimciliğe göre her tür bilgi deneyimle başlar ve deneyime dayanır. İnsan zihninde deneyim dışında hiçbir bilgi yoktur. Locke’un deyimiyle insan zihni doğuştan boş bir levha ( tabula asa ) gibidir.

Locke’a göre insan zihninde bulunan idelerin ( tasarım ve kavramların ) iki kaynağı vardır. Bunlardan birincisi, dış duyu nesneleridir. Bu duyumla, sarı, beyaz, acı, tatlı, sıcak, soğuk ve sert gibi idelerimiz oluşur. İkincisi, zihnimizin kendi işlemlerinden doğan iç duyu ideleridir. Algılama, düşünme, kuşkulanma, inanma, akıl yürütme, bilme, isteme gibi insan zihninin kendi işlemleri sonucu meydana gelen idelerdir. Locke, insan zihninde bu iki kaynaktan başka doğuştan hiçbir idenin olmadığını savunduğu için tipik bir deneyimci olarak bilinir. Kendi ifadesiyle ;

‘’Ben anlıkta, bu iki kaynaktan alınanların dışında herhangi bir idenin bulunabileceğini sanmıyorum. Dışsal nesneler, zihne, hepsi de kendilerinin bizde ürettiği değişik algılar olan, duyulur ideler sağlar. Bunların birçok tipleri, bileşimleri ve bağlantılarıyla birlikte, tam bir incelenmesini yaptığımız zaman bizim ideler birikimimizin tümünü içerdiğini ve zihinlerimizde iki yoldan biriyle gelmemiş olan hiçbir şeyin bulunmadığını görürüz.’’

Bir başka deneyimci düşünür Hume’a göre de insan zihninde iki tür bilgi unsuru yer alır. Birincisi işitirken, duyarken, severken, nefret ederken duyduğumuz canlı izlenimler, ikincisi ise bu izlenimlere yönelip onların üzerine durduğumuzda elde ettiğimiz ideler veya tasarımlardır. Tasarımlar izlenimlere dayanır ve zihnin kendi işlemleri sonucu ortaya çıkarlar ama tasarımlar izlenimlere göre daha siliktirler. Hume, bu ayrımı İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme adlı eserinin hemen girişinde şöyle açıklar:

‘’İnsan zihninin tüm algıları, İZLENİM ve TASARIM  olarak adlandıracağım, iki ayrı türe dayanırlar. Bu ikisi arasındaki fark, hem insan zihnine girişlerindeki hem de düşünce veya bilincimizde iz bırakmalarındaki güçlülük ve canlılık derecelerindedir. Zihnimize büyük bir güç şiddetle giren algılara izlenimler diyebiliriz. Tasarımlar ile ise bunların düşünme ve akıl yürütmedeki soluk imgelerini kastediyorum. İkisi arasındaki bu ayrımı açıklamak için fazla söze gerek olacağını sanmıyorum. Herkes duyumlama ve düşünme arasındaki farkı kolayca anlayabilir.’’

Berkeley’in görüşü ise kısaca ‘’ var olmak algılanmaktır’’ şeklinde ifade edilebilir. Berkeley, diğer deneyimci filozoflar gibi insan bilgisinin duyularla ve bu duyuları birleştirerek elde edildiğini belirtir. Yani biz, görme yoluyla değişik tonda renk idealarını; dokunma yoluyla sıcağı, soğuğu, serti ve yumuşağı; koklama duyusuyla farklı kokuları; tat alma duyusuyla değişik tatları tanırız ve ediniriz. İşitme duyumuz ise zihnimize çeşitli sesleri taşır. Bütün bunları bir nesnede, örneğin elmada bir araya geldiğin gözlediğimizde ona elma deriz. Bu noktada Berkeley, tüm bu bilgilere sahip olan, bunları etkin bir şekilde bilen ve algılayan bir zihnin, tinin, ruhun veya kendimin olduğunu vurgular. Bunlar olmaksızın bir şeyin bilgi olarak var olması imkansızdır. Berkeley bu görüşlerini şöyle açıklar;

‘’Tin olmaksızın ne düşüncelerimizin, ne tutkularımızın, ne de imgelerimizin biçimlendirdiği idealarımızın varolamayacağını herkes kabul edecektir. Duyuya verilen çeşitli duyumların ya da ideaların, bunlar nasıl harmanlanmış, nasıl kaynaşmış olursa olsunlar kendilerini algılayan bir zihin olmaksızın varolamayacakları da bu kadar açık gibi görünüyor. Bir koku vardı demek koklandı, bir ses vardı demek işitildi demektir; bir renk ya da bir beti vardı demek görme ya da dokunma yoluyla algılandı demektir. Benim bunlardan ya da bunlara benzer sözlerden bütün anlayabildiğim bu. Düşünmeyen şeylerin algılanmalarıyla hiçbir bağıntısı olmayan saltık varoluşları üzerine söylenenleri ise büsbütün olanaksız gibi. Bu şeylerin varlığı algılanmaktadır, kendilerini algılayan zihinlerin ya da düşünen şeylerin dışında var olmaları olanaksızdır.’’

İşte, Berkeley’in varolmak algılanmaktır şeklinde özetlenen düşüncesi budur. Berkeley’in bu düşüncesiyle deneyimcilikten idealizme kağı açtığı gerçektir. Ama, tüm bu deneyimci filozoflar temelde her tür bilginin kaynağının insan deneyimi olduğunu savunurlar.

Yorum yapın