Francis Galton ( 1822-1911) Kimdir ? Hayatı ve Eserleri Nelerdir ?
Bu yarım aynı zamanda işbirlikçisi ve kuzeni olan Francis Galton’ın parıltılı ve özgün zihninde karmaşık bir hal alır. Galton daha uygun, daha sağlam ve daha zeki insanlardan oluşan bir ırk yaratmak üzere seçici soy ıslahına başvurulabileceğini öngören ( ve Yunanca ‘’ iyi soy ‘’ teriminden türetilen ‘’ anlamındaki öjenik teorisiyle özdeşleştirilecektir. ‘’ Doğanın körlemesine, yavaşça ve acımazsızca yaptığı şeyi insan sağ görüyle, çabuk ve incelikli yapabilir’’ diye yazmıştı. İnsanlardaki kötü özellikleri ıslah yoluyla bertaraf etme fikri özünde ahlaka aykırı değildir; kötü bilim üzerine kuruludur. Zekanın, hele erdemin kalıtımla geçtiğinin kesin kanıtı yoktur. Ama Galton buna inanıyordu ve başka birçok kişiyi de doğru olduğuna inandırdı. H. G. Wells, Sylvia Pankhurst, George Bernard Shaw ve John Maynard Keynes öjenik yanlısıydı. Tutumlarının ardındaki saik saygındı , hepsi de ‘’ kötülüğü ıslah yoluyla bertaraf etme’’ nin daha iyi bir dünya doğuracağına sahiden düşünüyordu. Ama Galton’un savunduğu fikirlerin muhtemel uygulamaları, öjeniği insanda nefret ürpertisi uyandıran bir kelimeye dönüştürmüştür.
Galton’un fikri şeceresi kusursuzdu. Kuzeni Charles’la Erasmus Darwin adında ortak bir dededi vardı ve iki aile arasındaki bağlar sıkıydı ( Francis’in kardeşlerinden ikisinin adı Erasmus ve Darwin’di). Darwin’lerden doktorlar ve bilginler, Galton’lardan ise özgür düşünceli Quaker bankacılar çıktı. Kraliyet Derneği2nin üyeleri arasında iki aileden yetişen kişiler bulunduğu gibi, James Watt, Joseph Priestley ve Josiah Wedgwood gibi sanayicilerin, bilimcilerin ve filozofların yer aldığı beyin takımı Ay Derneği2nin kuruluşunda her iki ailenin de katkısı vardı. Küçük Francis bir dahi çocuktu. Okumayı iki buçuk yaşında öğrendi ve doğuştan gelme bir omurga kusuru yüzünden evde çakılı kalan ablası Adele’nin de yol göstericiliğinden yararlandı. Ablanın yetenekli bir öğretmen olmasına karşın, başarıdaki asıl pay büyük ölçüde ufak kardeşe aitti.
Galton erken gelişmiş bir çocukta hoş karşılanıp bağışlanabilecek bu kibirliliği bir türlü üstesinden atamadı. Zekiydi, ama sosyal bakımdan beceriksizdi. Beş yaşındayken Birmingham’da gönderildiği küçük okuldan nefret etti. ‘’ İlyadaYı okumak şöyle dursun, duyan tek bir çocuk yoktu’’ diye yakındı. Müfredatın darlığı onu sıkıştırdı ve bozguncu birine çevirdi. Aynı tutumu tıp okulundaki derslerine de taşıdı. Genel kabul gören anlayışa karşı her zaman kuşkucu yaklaşımıyla, bütün uyuşturucuları denemeye karar vererek, alfabetik bir sıra izlemeye başladı. Bu işi güçlü bir müshil olan kroton yağına kadar sürdürebildi. İki damlanın pek etkili olmayacağını sanarak bundan biraz içti; ama yağ öylesine korkutucu tatsız sonuçlar doğurdu ki, denemeyle birlikte tıp öğrenimini de hepten bıraktı. Matematik dalına geçerek, 1840’ta Cambridge’e bağlı Trinity College’a kaydını yaptırdı.
Cambridge’deki sosyal yaşamdan hoşlanan Galton, kuzeni Charles gibi akademik açıdan ahım şahım bir izlenim bırakmadı. Dördüncü yılın sonunda bir sinir krizi geçirdi. Daha sonraları aşırı çalışmaktan ‘’ beyin sürçmesi ‘’ ne uğradığını ileri sürdüyse de, en düşük derece olan ‘’ geçer ‘’ notuyla mezun oldu. Kısa bir süre sonra babasının ölümüyle bir darbe daha aldı. Ama Humboldt ve Mary Kingsley gibi, o da ilk baştaki kederin geçmesiyle artık özgür olduğunun farkına vardı. Dahası, son derece zengin olduğunu öğrendi. Yine Humboldt ve Mary Kingsley gibi, seyahate çıkmaya karar verdi.
İlk akınını Mısır ve Sudan’a yaparak, Nübye Çölü’ni deveyle geçti ve Arapça öğrendi. Geceleyin Nil’de tekneyle seyrederken, içinde yer aldığı kafile kıyıda bir suaygırı vurmaya kalkıştı ve karanlıkta hedefi şaşırarak, su içmeye gelmiş bir ineği avladı. Tekne alelacele oradan uzaklaşmak zorunda kaldı. Galton gitmye niyetlendiği yere, Kutsal Topraklar’a da varmadı. Şam’dayken sadık uşağı Ali şiddetli dizanteriden öldü. Ali’nin bir sürü ‘’ kederli akraba’’nın dava açma tehdidiyle peşine düşmesi Galton’u bir kez daha sıvışmak zorunda bıraktı. Londra’ya bir fahişeden kaptığı berbat bir belsoğukluğu vakası, iki maymun ve nişancılığını ilerletme yönünde güçlü bir arzuyla döndü. Maymunlar bir arkadaşının ev sahibesinin onları gece boyunca soğuk bir bulaşıkhanede bırakmasıyla telef oldu; ama zührevi hastalık başarıyla tedavi edildi ve Galton sonraki üç yılın önemlice bir bölümünü çeşitli İskoç malikanelerinde atıcılığı öğrenmekle geçirdi. 1850’ye varıldığında tropikal kuşakta bir kez daha riske atılmaya hazırdı. Drury Lane’de bir kartonpiyer taç satın alarak, bunu ‘’ karşılaşacağı en büyük ya da en uzak hükümdarın ‘’ başına geçirme niyetini açıkladı ve haritası çıkarılmamış Güneybatı Afrika’ya doğru yola çıktı. Bin beş yüz kilometrelik netameli yolculuğunun sonunda çok başarılı iki kitap ortaya çıktı. İlki olan Tropikal Güney Afrika (1852) ona Kraliyet Coğrafya Derneği’nin altın madalyasını ve Kraliyet Derneği üyeliğini kazandırdı. Pratik bir el kitabı olan Seyahat Sanatı ( 1855) adlı ikincisi ise kendi başına pastırma hazırlamaya, oltasız balık tutmaya ve ‘’ vahşi’’lerle başa çıkmaya ilişkin yararlı öğütlerle dolu olduğu için, kısa sürede her beyefendinin seyahat takımının temel unsurlarından biri haline geldi. ‘’ Vahşi’’ lere ilişkin öğüdü şöyleydi; ‘’ Yerlilerin iyi niyetine aslında hissettiğinizden daha fazla güven duyuyormuş gibi bir havayla birlikte içten ve şakacı, ama kararlı bir tavır en iyi yoldur.’’
Galton Güneybatı Afrika’dayken, yaşamı boyunca alameti farikası olacak istatistik saplantısını edindi. ‘’ Fırsat bulduğun her yerde say ‘’ düsturunu benimseyerek, karşısına çkan her şeyi titizlikle ölçtü; Atlar, kediler, bitkiler, insan kafası biçimleri, portreler, tepki verme süreleri. Tırmanarak dağların yüksekliğini ölçmeye çalıştı ve irtifayı kesinleştirmek için düzenli aralıklarla çaydanlıklar kaynattı. Afrikalı kadınların meme ve kalça büyüklüğünü bir sekstantla ölçmeyi sağlayacak bir yöntem geliştirdi. Sonunda Namibya’nın kuzey kesiminde Ovambo kabilesinin aşırı şimam şefi Kral Nangoro’nun başına kartonpiyer tacını yerleştirerek hedefine ulaştığında, aletle yaptığı ölçümlerin doğruluğunu ilk elden sınama şansını tepti. Şef teşekkür mahiyetinde ona kızıyla ‘’ geçici evliliği ‘’ sundu. Kız kırmızı toprak boyayla ve tereyağıyla sıvanmış olarakçıplak halde çadırına geldiğinde, Galton onu ‘’ apar topar ‘’ kovdu. Beyaz keten takım elbisesinin kirletmesine izin vermeye hiç niyeti yoktu.
Ölçüm dürtüsü İngiltere’ye dönüşünde de devam etti. Dikkat çekmeksizin verileri kaydetmesine olanak verecek kendi eseri bir iğne-kağıt düzeneğini hep cebinde bulundurdu. Çekici kadınları görme sıklığını not ederek ülke genelinde yaptığı bir gezinin sonunda Britanya’nın ‘’ güzellik haritası’’nı yayımladı. Buna göre Londra, orantılı olarak belirtildiğinde en fazla dilbere sahipken, Aberdeen ‘’ nahoş’’ kadınların en yoğun olduğu yerdi. Kraliyet Coğrafya Derneği’nde oldukça kasvetli bir toplantıda dakika başına kıpırdanmaların toplam sayısını tutarak, bir ‘’ can sıkıntısı ‘’ çizelgesi yarattı. İyimserlerin ve kötümserlerin, sarışın ve mavi gözlü insanların haritasını çıkardı. Uluslararası düzeyde mahkeme davalarını tarayarak kendine has bir ‘’ dürüstlük ‘’ endeksi ortaya koydu; Britanya ( haliyle ) ilk sırada yer alırken, Yunanistan ‘’ yalancılığın çekim merkezi ‘’ payesini elde etti. O dönemde ülkedeki her cemaatin her Pazar ayininde vazifeşinaslıkla sağlığına dua ettiği İngiliz Kraliyet ailesi mensuplarının ortalama ömürlerini saptayarak ve hiç kimseden daha uzun yaşamadıklarını göstererek duanın etkisiz olduğunu ‘’ kanıtlamış’’ oldu. Hatta mükemmel bir fincan çay için bir matematiksel formül geliştirdi ve bunu sınamak için kendi termometresini tasarlayıp yaptı.
Gallton yazdığı 300’ü aşkın kitap ve makalede, ciddi bilimci ile çılgın bilgin arasında gidip geldi. ‘’ Girişkenliği Uyarıcı Makine ‘’ ( öğrencileri uyanık tutmak için başın yukarısına yerleştirilecek hareketli bir damlayan musluk ) türünden her buluşuna karşılık, sahici bilimsel iç görüleri de vardı. Meteoroloji alanındaki öncü çalışmaları işe yarar ilk hava durumu haritasını ortaya çıkardı. Londra’daki Güney Kensington Müzesi’nde bulunan ‘’ antropometri laboratuvarı ‘’ yaklaşık 10 bin insan cesedi üzerindeki ölçümleri karşılaştırarak, parmak izlerinin benzersiz olduğunu ve kişinin yaşamı boyuna değişmediğini ilk kez ortaya çıkardı. Galton’un 200 sayfalık Parmak İzleri ( 1890) kitabı Londra Metropoliten Polis’inin parmak izleriyle kimlik teşhisini benimsemesini sağladı.
Galton’un sayfalar dolusu sayısal verilerde başka insanların gözünden kaçan kalıpları görme gibi bir becerisi hep vardı. Kuzeninin Türlerin Kökeni kitabının yayımlanması onda ateşleyici bir etki yarattı. Doğal ayıklanmayla ortaya çıkan, görünüşte tesadüfi varyasyonları ölçme fikrine kapıldı. Ebeveynlerin ve çocuklarının karşılaştırılmalı boy grafiklerini çıkarınca, çok uzun boylu ebeveynlerin genelde daha kısa boylu çocuklara sahip olduğunun farkına vardı. Nitekim grafiğinde bir çizgi çekerek böyle çocukların üçte iki oranında kural dışı olduğunu gösterebildi. Galton bir matematik yasası bulmuştu: ‘’ Ortalamaya doğru regresyon’’, yani biz dizi ölçümün zaman içinde ortalama noktanın daha yakınına doğru ilerleme eğilimi. Bu önemli bir atılımdı, özellikle de sıradan yeteneğe sahip bir matematikçi açısından ve istatistiğin gerçek anlamda bir bilim dalına dönüşmesini sağlayacaktı. Galton kendine has küstahlığıyla ‘’ bu yasanın ifade ettiği kozmik düzenin harika biçimi kadar hayal gücünü etkilemeye uygun bir şeyin nadiren bulunduğunu ‘’ yazdı. ‘’ Eski Yunanlar bunu bilselerdi, kişi timsaline sokup tanrılaştırırlardı. ‘’ yasanın hiç kuşkusuz olağanüstü olmasına karşın, Galton bunu zeka gibi çok karmaşık insan niteliklerine uygulamaya kalkıştığında başarısızlığa uğradı.
Kalıtsal Deha ( 1864) kitabıyla ‘’ doğa mı, çevre mi ‘’ tartışmasının çerçevesini çizen ilk kişi oldu. Kitabın giriş cümlesi hangi safta yer aldığını açıkça gösterir: ‘’ Bu kitapta bir insanın doğal yeteneklerinin kalıtımdan geldiğini ortaya koymayı öngörüyorum.’’ Ardından yazdığı şeyler ‘’ büyüklüğün ‘’ ailelerde süreklilik gösterdiğini kanıtlamaya dönük bir girişimdir. Kitap güçlü fikirlerle doludur ve istatistiksel bulgular çarpıcı biçimde düzenlenmiştir. Ama kasıtlı seçicilikte vardır. Ailelerinde sanata ya da bilime belirgin bir yatkınlık bulunmaya Leonardo da Vinci ve Michael Faraday gibi dâhiler atlanmıştır. Sav, yanlış bir önerme üzerine kuruludur; bizzat Galton’un deneyleri zeka ifadesinin tek yumurta ikizleri arasında bile bariz farklılık gösterebileceğini ortaya koymuştur ve aslında tek bir ‘’ zeka ‘’ geni yoktur. Daha da kötüsü, kitap günümüzde okunduğunda derin rahatsızlık uyandıran kaba bir ırkçılıkla maluldür. ‘’ Farklı Irkların Karşılaştırmalı Değeri ‘’ başlıklı bölümde, Galton’un hazırladığı insan zekası hiyerarşisinde antik Yunan halkı en başta yer alır; iki kademe aşağıdaki ortalama Anglosakson kişi, siyah Afrikalıların iki kademe yukarısındadır ve Avustralya Yerlileri en alt sıradadır. ‘’ zenciler arasında yarım akıllı olarak nitelendirmemiz gereken insanların sayısı çok yüksektir’’ diye pürneşe fikir beyan ettiğini okuruz.
Galton 1909’da ‘’ sir 2’ unvanı aldı ve iki yıl sonra, tıpkı Humboldt gibi doksan yaşı devirmesine birkaç ay kala öldü. Sonuna kadar süren eksantrikliğile, bronş sorunlarını haşhaş içerek denetim altına almaya çalıştı. Öldüğü ana kadar en doğruyu bildiğine emindi. Yıkanırken kitap okuyabilmek için sualtı gözlükleri gibi saçma sapan zamazingolar icat edecek kadar tuhaf olduğu hiç kuşku görmese de, Victoria çağı bilim camiasının en saygın ve en etkili mensuplarından biriydi ve dönemin büyük adamları arasında sayılmaktaydı. Son bir garip cilve şu ki,’’ delilikten, budalalıktan, gedikli mücrimlikten ve dilencilikten ciddi biçimde muzdarip kişileri’’ kısırlaştırma yoluyla ‘’ daha iyi ‘’ bir dünya yaratma yönündeki bütün öjenik lafazanlıklarına karşın, bu dünyadan çocuksuz göçen bizzat Galton oldu.