Maurice Chevalier (1888 – 1972) Kimdir ? Hayatı ve Oynadığı Filmler Nelerdir ?

Photo of author

By Bilgio.Net

Maurice Chevalier (1888 – 1972) Kimdir ? Hayatı ve Oynadığı Filmler Nelerdir ?

Sinemadaki ezeli ve ebedi Fransız kişiliği; her türlü keyfe düşkün, şarap, yemek ve güzel kadın  meraklısı, epiküryen, romantik ve çocuksu aşık, hasır şapkalı ‘’ Minilmontantlı genç adam’’

Bu siteye giren birçok yıldız gibi onun da birbirinden çok farkı dönemleri olmuştu. Laslie Halliwell şöyle diyor: ‘’ Birbirinden fersah fersah uzak iki ayrı kuşağı eğlendirmesini bildi.’’ Annesi Belçika kökenliydi. Çok küçük yaşta ucuz eğlence yerlerinde sahneye çıkmış, daha 12 yaşında Casino de Tourelles’de günde 12 franga çalışmaya başlamıştı. Başkente gitmesi kaçınılmazdı: Paris onu bekliyordu. Orda, ışık kentinde, yağız ve saf köylü genci, gazino komiğine dönüşecekti. Cafe-concert’lerde kaptığı yüzeysel ve kaba güldürü anlayışından, ne yazık ki ömür boyu kurtulamayacaktı. Ama bunun uluslararası bir kariyerin özelliklerinden biri haline getirerek. 1909 yılında ünlü Folies – Bergere’ e kabul edilecekti: ayda 1800 frank karşılığında. Yükselme başlamıştı.

1911’de efsanevi Mistinguett’in partöneri olacaktı. ‘’ Başdöndüren Vals’’ rövüsünde bir halının içinde yuvarlanmaları gerekiyordu. Ama bir türlü halının içinden çıkamadılar; genç, taşralı, görmüş-geçirmiş şarkıcı ve dansözün gönlünü çalmıştı. Ondan çok şey öğrenecekti Chevalier. 1923’te ilk uzun filmini çekecek, ama tiyatronun o cafcaflı döneminden sahneden ayrılmayı asla düşünmeyecekti. Ancak sessiz sinemanın oarlak yılları da gelmiş çatmıştı. Paramount şirketinin yıldız avcıları, Paris’i birbirine katan yetenekli genç adamı Hollywood’a çağırdılar. Gidiş uzun süreli oldu: sinema başkentinde 1928’den 1936’ya dek kaldı. Gidişiyle birlikte, sesli sinemanın getirdiği büyük devrime tanık oldu. Ve ilk filmi Innocents of Paris’i hem İngilizce, hem Fransızca iki versiyon olarak çekti.   Bu yönetmi uzun yıllar koruyacak, o ünlü müzikal filmlerini iki ayrı dilde yapacaktı.

Chevalier, kendini ‘’The King – Kral’’ diye isimlendiren Broadway yapımcılarının yüzünü kara çıkarmadı. 20 yıllık sahne birikimi Hollywood’da çok iyi kullandı. Evet, temsil ettiği Fransız kimliği biraz karikatüre benziyordu, saman alevi veya kartondan dekor gibiydi. Fransa’nın kendi kendisine sokaktaki adamın naif bakışıydı. Ki bu bakış, başta Amerikalılar tüm dünya benimsemişti ve uzun zaman da vazgeçecek değildi. Chavalier, bu tuzağa düşer gibi gözüktü, ama aslında düşmedi. Amerikalıların istediği Fransız veya kibar Avrupalı tipini çizerken, o tipin gerçek olmadığını çok iyi biliyordu. Ama madem yığınlar böyle istiyordu, o da onlara tam istediklerini verdi. Asıl şansı, kuşkusuz çok iyi yönetmenlere düşmesi oldu. Robert Florey’le başlamıştı, Ernst Lubitsch’le devam etti.

Chevalier, bu filmlerde ünlü şarkıcı Jeanette MacDonald’la eşsiz bir ikili oluşturdu. 30’lu yılların son derece popüler şarkıcı – yıldızı Jeanette MacDonald, sonradan tenor Nelsın Eddy’le ünlü bir şarkıcı ikilisi oluşturacaktı. Ama onlar, MacDonald’la Chavalier’nin perdedeki kimyasal uyumunu sağlayamadılar. Cinselliğin perdede ima dahi edilemediği bir dönemde, Paris bıçkını Chevalier, MacDonald’ın ebedi bakireliğine bir nebze gerçeklik, aruz, igderek şehvet dozu katıyordu. Biraz üçkağıtçı, biraz sonradan görme, biraz sokak çocuğu özellikleri vardı onda. Dördüncü kez bir araya geldiği Ernst Lubitsch’in Şen Dul filmindeki prens Danilo rolü, bu açıdan perdede o dönemdeki kişiliğinin belki doruk noktası oldu. Tam Amerikalıların hayal ıettiği biçimde abartılı Fransız aksanıyla konuşulmuş İngilizcesi, sokak çocuğu tarzı çapkın bakışları, kabalığı sonradan edinilmiş görgünün duvarı altında saklama yeteneği, özellikler kadınları müthiş etkiliyordu. Gereğinde şarkı söylüyor, hatta Folies – Bergere deneyimiyle dans da ediyordu. O tam bir profesyoneldi ve Hollywood’daki parlak yıllarında bundan çok yararlandı. Başarısını da şöyle tanımlıyordu: ‘’ Doğal olmaktan başka hiçbir yöntemim yok!’’…

Sonra rüya bitti. Chevalier, vatanına döndü. Yakında ellisine basacak olan bu ezeli baştan çıkarıcı kimliğini ne yapacağını, nasıl kullanacağını çok iyi bilemedi, Fransız sineması. Chevalier, ‘’Prosper, Valentine, Ma Pomme’’ gibi şarkılarını art arda dizerken, sinemada yılda ortalama bir film temposuyla çalıştı. Duvivier, Clair, Maurice Tourneur, Siodmak gibi önemli isimlere karşın, filmleri pek yankı bulmadı. Savaşla birlikte sinemayı bırak tı ve uzun yıllar stüdyoların kapısından içeri adım atmadı. Chevalier efsanesi sanki bitmişti.

Ama öyle olmadı. 1947’de Rene Clair’in Le Silence est d’Or – Sükut Altındır adlı yeni filminde, artık 60’ını aşmış yaşlı bir adamı oynamanın o efsanevi neşesine, tebessümüne ve iyimserliğine engel olmadığını dünyaya gösterdi. Birkaç önemsiz filmden sonra, Hollywood 20 yıl önceki starının yaşlı haliyle ilgilenmeye başladı. Önce Billy Wilder’ın Love in the Afternoon – Öğleden Sonra Aşk’ında, ardından Vincente Minnelli’nin Gigi müzikalinda hemen hemen aynı tipi canlandırdı: ‘’ömrü sevdalarla geçmiş’’, ama gönlü ihtiyarlamamı, yaşam ve keyif düşkünü yaşlı, olgun adam. Böylece Öğleden Sona Aşk’ta Audrey Hepburn, Gigi’de Louis Jourdan, aşkın ve seksin nimetlerini o yaşlı büyükbabanın ağzından öğrendiler.

Chevalier, bu yeni kimliği sonuna kadar kullandı. Filmler iyi olmasa da onun kişiliği hep ilginçti. Böylece, Negulesco’nun Count Your Blessing – Dikenli Yıllar’ından Walter Lang’ın Can – Can’ına, Curtiz’in A Breath of Scandal’ından Joshua Logan’ın Fanny’sine (bu Amerikan gözüyle görülmüş Marcel Pagnal uyarlamasında oynadığı Panisse rolü. Özellikle Fransızlar tarafından ağır biçimde eleştirilecektir), George Sidney’in Pepe’sinden Robert Stevenson’ın In Search of Castaways – Kaptan Grant’ın Çocukları’na, hep yaşlı, iyimser kişiliklere büründü. Tek kişilik show’unu sayısız başkentte oynadı. 1946’dan başlayarak hayatını ‘’MaRoute et Mes Chansons – Benimn Yolum, Benim Şarkılarım’’ adını verdiği 10 cildi bulan anılarında anlattı. Tam 80’inci yaşında ‘’büyük üzüntü duyarak’’ sahneyi bıraktığını açıkladı. Ömrünün son dört yılını Marnes-La-Coquette’deki görkemli malikanesinde geçirdi. Ve 84 yaşında hayata veda etti. Hakkında yazılmış bir biyografi kitabı, onun Gigi’de o taklit edilemez şivesiyle söylediği şarkılardan birinin adını taşıyordu. ‘’Thanks Heaven dor Little Girls – Küçük Kızları Yarattığı İçin Tanrı’ya Şükürler Olsun!’’

Maurice Chevalier’in Oynadığı Başlıca Filmler

  • Trop Credule – 1908
  • Le Mauvais Garçon – 1923
  • Innocents of Paris – 1928
  • The Love Parade – Aşk Resmi Geçidi – 1929
  • Playboy of Paris – 1930
  • The Smiling Lieutenant – Gülümseyen Teğmen – 1931
  • One Hour with You – Seninle Bir Saat – 1932
  • Love Me Tonight – Bu Gece Sev Beni – 1932
  • The Merry Widow – Şen Dul – 1934
  • Folies Bergere – 1935
  • ‘’L’’ Homme de Jour – Günün Adamı – 1937
  • Fausses Nouvelles – Yanlış Haberler – 1938
  • Pieges – Tuzak – 1939
  • Le Silence est d’Or – Süküt Altındır – 1947
  • Ma Pomme – Serseri Milyarder – 1950
  • Love in the Afternoon – Öğle’den Sonra Aşk – 1957
  • Gigi – 1958
  • Can-Can – 1960
  • A Breath of Scandal – 1960
  • Pepe – 1960
  • Fanny – 1961
  • Jessica – Şahane Dul – 1962
  • In Search of Castaways – Kaptan Grant’ın Çocukları – 1962
  • A New Kind of Love – 1963

Yorum yapın