Soğuk Savaş ( 1947 – 1991) Nedir? Nedenleri ve Sonuçları Nelerdir?

Photo of author

By Bilgio.Net

Soğuk Savaş ( 1947 – 1991) Nedir? Nedenleri ve Sonuçları Nelerdir?

20, yüzyılın en belirleyici olaylarından biri de şüphesiz ki Soğuk Savaş olmuştur. Yarım asra yakın bir süre, ki şu an yaşı 30 ve üzeri olanlar Soğuk Savaş’ın o cafcaflı ve bir o kadar da gergin günlerini hatırlayacaktır, dünyayı eli kulağında bir nükleer savaşın eşiğinde tir tir titretmiş olan Soğuk Savaş, sona ermesinden sonra da gündemden inmemiştir. Halen bile yazılı, işitsel ve görsel medyada kendisine en çok atıfta bulunulan kavramdır.

Soğuk Savaş’ı, kabaca İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra küresel süper güçler olarak ortaya çıkan Sovyetler Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri arasında ortaya çıkan ve bu ülkelerin askeri müttefikleri tarafından desteklenen, jeopolitik, ideolojik ve ekonomik savaş olarak tanımlayabiliriz.

Başlangıcı 1947’lere kadar uzanan bu gerilimli süreç, 25 Aralık 1991’de Sovyetler’in dağılmasına kadar sürmüş ve neredeyse bir kuşağın hayata bakışını ve duruşunu şekillendirmiştir. Bu küresel mücadele, Sovyetler ile Amerika arasında doğrudan bir çatışma gerçekleşmediği için popüler olarak Soğuk Savaş olarak isimlendirilmiştir. Doğrudan silahlı çatışma içermeyen bu savaş, nükleer ve geleneksel silahlanma, askeri ittifak ağları kurma, ekonomik mücadele, ticari ambargolar uygulama, propaganda, istihbarat ve bu iki ülkenin dünyadaki bazı iç savaşlara verdikleri destekle arka planda çatıştıkları güç mücadelesi şeklinde gerçekleşmişti.

1962’deki Küba Füze Krizi, Berlin Duvarı ve Berlin Ablukası, iki ülkenin doğrudan karşı karşıya geldiği birkaç olaydan biridir. Soğuk Savaş etrafında kutuplaşan en büyük genel ve iç savaşlar; Yunan İç Savaşı, Kore Savaşı, Vietnam Savaşı ve Afgan-Sovyet Savaşı ile Angola, El Salvador ve Nikaragua’daki fraksiyonlar arası çatışmalardır.

Soğuk Savaş dönemindeki en büyük korku, mücadelenin milyonlarca kişinin ölebileceği bir nükleer çatışmaya dönüşme riskiydi. İki taraf da savaşın belli sınırları aşmasını önleyen kararlı bir politika izlemişlerdir. Soğuk Savaş’ta nükleer silahlar, her zaman tehdit unsuru olarak kullanılmakla birlikte, çok şükür hiçbir zaman kullanılmamıştır. Soğuk Savaş, bazı yıllar yüksek, bazı yıllar düşük tansiyonda yaşanmıştır.

Savaş, 1989 ile 1991 arasındaki dönemde, Varşova Paktı’nın ve daha sonra da Sovyetler Birliği’nin dağılması ile bu sitedeki yerini garantilemiştir. Bu gerilimli dönem her ne kadar sona erse de, tarihçiler, bugün halen savaşın 1940’lardaki çıkış ve 80’lerdeki bitiş sebepleri hakkında bir mutabakata varamamıştır. Özetle, Soğuk Savaş’a dair tartışmalar, onca yıla rağmen sıcaklığını kaybetmemiştir.

Soğuk Savaş’ın İsim Babası Kimdi?

Soğuk Savaş terimi ilk olarak 1945’te George Orwell tarafından farazi olarak kullanılmış, ama resmi olarak kullanıma girmesi Amerikan Maliye ve Başkanlık Danışmanı Bernard Buruch sayesinde olmuştur.  Buruch, bu terimi Nisan 1947’de kongredeki bir görüşme sırasında kullanmakla birlikte, genel olarak benimsenmesi gazeteci Walter Lippmann’ın Eylül 1947’de Amerika ve Sovyetler arasındaki gerginliği işlediği ‘’ Soğuk Savaş ‘’ başlıklı bir dizi makalesiyle oldu.

Soğuk Savaş Ne Zaman ve Neden Başladı ?

Sovyetler ile Amerika arasındaki tansiyon, Ağustos 1945’te İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle yükselmeye başladı. 1945-47 yılları arasında da kızıştı. Tarihçiler başlangıç konusunda farklı görüşler öne sürmüşlerdir; ancak 11 Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın çöküşüne ya da 25 Aralık 1991’de Sovyetler’in dağılışına kadar süren bu mücadelenin başlangıcı için belirlenen tarih genellikle 1947’dir.

Olaya Sovyet perspektifinden bakan tarihçiler, iki yaklaşım belirlemiştir. İlki, komünist düşünceyi öne çıkartır. Diğer ise Doğu Avrupa’daki Slav ve Ortodoks halklarını destekleme şeklindeki tarihi amaçlarını merkeze alır. İdeolojik çatışmaların kökleri, Lenin’in 1917’deki Bolşevik İhtilali’yle Rusya’da iktidarı ele geçirmesiyle başlamıştır diyebiliriz. 1933’ten 1939’a kadar iki ülke bir yumuşama dönemine girse de ilişkileri pek de dostça olmamıştır.

Sovyetler ve Almanya İkinci Dünya Savaşı’nda boğaz boğaza geldiğinde, Amerikan başkanı Roosevelt, Sovyetler’e yardım etmek için kişisel bir söz vermiş; ama kongre, bu düşünceyi hiç oylamamış ve onaylamamıştır. Savaş dönemindeki işbirliği de dostça olmamıştır. Örneğin Sovyet Lideri Stalin, Amerikan güçlerinin Rus üslerini kullanması konusunda hep isteksiz olmuştur. Bu işbirliği, Stalin’in komünizmi doğu Avrupa, Fransa ve İtalya’ya yayma düşüncesinin sırıtmasından ardından, Şubat 1945’deki Yalta Konferansı’nda iyice gerilmiştir. Bazı tarihçiler, Marksist teorinin dünya genelinde işçi devrimini desteklerken, liberal demokrasiyi, reddettiğini işaret ederek, bunun çatışmayı kaçınılmaz kıldığını savunurlar.

1959 yılında yayınladığı ‘’ Amerikan Diplomasisinin Trajedisi ‘’ isimli kitabı ile William Appleman Williams ve 1967’de yayınladığı ‘’ Amerika, Fransa ve Soğuk Savaş 1945-68’’ isimli kitabyla Walter LeFeber, Soğuk Savaş’ın Amerika ve Rusya’nın ekonomik çıkarlarının kaçınılmaz çatışması olduğunu savunmuşlardır. Bazı yeni sol görüşlü revizyonist tarihçilere göreyse, Truman Doktrini ile hayata geçirilen Amerikan çevreleme politikası da en az Sovyetler’in Polonya ve diğer ülkeleri ele geçirmesi kadar Soğuk Savaş’tan sorumludur. Bazıları ise Soğuk Savaş’ın başlangıcı olarak Amerika’nın Hiroşıma ve Nagazaki’ye atom bombası atmasını görür. Onlara göre bu saldırı, o zaman için neredeyse yenilmiş olan Japonya’ya karşı savaşa girecek olan Sovyetler’e verilmiş bir uyarıdır.

John Lewis Gaddis gibi tarihçiler, Soğuk Savaş’ın başlangıcını he iki süper gücün hareketlerine bağlamak yerine, karşılıklı yanlış anlamalara, karşılıklı tepkilere ve liderler arasındaki sorumluluk paylaşımına bağlamaktadır. Gaddis, Amerika ve Sovyetler arasındaki çatışmanın köklerini iki taraftan birinin yaptığı bir hatanın neticesinden daha çok, iki ülkenin çıkarlarının birçok alanda çatışmasının ve iki tarafın birbirini yanlış anlamasının sonucu olarak görür. Bu çatışmayı iç politika ve bürokratik tembellik daha da ileri götürmüştür. Şimdi tekrar Soğuk Savaş’ın emekleme günlerine dönelim ve bu sürecin safhalarına bir göz atalım.

1947-1953 Döneminde Soğuk savaş : Konum Belirleme

Bu dönem, Soğuk Savaş’ı 1947’de başlatarak, her iki ülke liderlerinin değiştiği 1953’e kadar götürür. Bu dönemde meydana gelen olaylardan bazıları; Truman Doktrini, Marshall Planı, Berlin Ablukası, Sovyetler’in ilk atom bombasını denemesi, NATO’nun ve ardından Varşova Paktı’nın kurulması, Batı ve Doğu Almanya’nın oluşumu, Almanya’nın yeniden birleşmesine dair Stalin’in verdiği nota, Çin İç Savaşı ve Kore Savaşı’dır.

Marshall Planı’nın amacı, radikal solun Batı Avrupa’ya hakim olmasını engellemek için İkinci Dünya Savaşı’nda bozulan Avrupa ekonomisinin yeniden diriltmekti. Bu ekonomik yardım, Batı Avrupa’daki dolar açığını kapatmış, savaş sonrası yeniden yapılanma için özel yatırımı teşvik etmiş ve en önemlisi yeni yönetim teknikleri getirmişti. Amerika açısından Marshalla Planı, 1920’lerin izolasyon politikalarını reddetmiş ve Kuzey Amerika ile Batı Avrupa ekonomilerini birleştirmişti.

1953-1962 Döneminde Soğuk Savaş: Kızışma

Soğuk Savaş’ın bir neticesi olarak 1959’la birlikte iki karşıt jeopolitik blok oluştu. Bu süreç, her iki ülkede 1953 yılında yaşanan lider değişikliği ile başlayıp 1962’deki Küba Füze Krizine kadar sürecekti. Bu süreç esnasında 1956 Macaristan Devrimi, 1961’de Berlin Duvarı’nın inşası, 1962’deki Küba Füze Krizi ve 1968’deki Prag Baharı gibi önemli gelişmeler yaşandı. Hatta Küba Füze krizi esnasında yeni bir dünya savaşının kapısından dönülmüştü.

1962-1979 Döneminde Soğuk Savaş: Yumuşama

Soğuk Savaş’ın ‘’ Yumuşama ‘’ periyodunun en önemli özelliği karşılıklı barış ve arabuluculuk girişimlerine sahne olmasıdır. Federal Almanya Cumhuriyeti’nin Başbakanı Willy Brant, görev süresince en uzlaşmacı haliyle ‘’ Ostpolitik ‘’ dış politikasını takip etmiş, ‘’ Doğu politikası ‘’ olarak da tabir edilen bu politikanın mimarı ve Brant’ın danışmanı olan Egon Bahr, bu politikayı ‘’ yeni yaklaşımlarla değiştirmek ‘’ olarak çerçevelemiştir. Bu girişimler, 7 Aralık 1970’te Polonya ve Batı Almanya arasında imzalanan Varşova Antlaşması, 1971!deki Sovyetler, Amerika, Fransa ve Büyük Britanya arasındaki Dörtlü Antlaşma ve aralarında 31 Aralık 1972 Temel Antlaşması’nın da bulunduğu bazı Doğu-Batı Almanya antlaşmalarıyla sonuçlanmıştır.

 1985-1991 Döneminde Soğuk Savaş: İkinci Soğuk Savaş

Afganistan’ın 1979’da Sovyetler tarafından işgali ve Mihail Gorbaçov’un 1985’te Sovyet lideri olmasına kadar geçen dönem, 1970’lerin yumuşama döneminin ardından süper güçlerin ilişkilerinin donma noktasına geldiği bir zaman dilimi olarak ilişkilerini donma noktasına geldiği bir zaman dilimi olarak dikkat çeker. Gerilimdeki bu artıştan dolayı bu dönem, ‘’ İkinci Soğuk savaş ‘’ olarak da adlandırılır. Sovyetler’in 1979’da Afganistan’ı bu ülkede komünist bir rejim kurmak amacıyla işgali, uluslararası tepkilere ve 1980 Moskova Olimpiyatları’nın birçok Batılı ülke tarafndan boykot edilmesine yol açmıştı. Sovyet işgali uzun sürecek, Amerika’nın hep dostu olmuş ve uzun bir süredir de Sovyet işgali tehdidiyle yaşayan Pakistan’ın da katılacağı bir çatıma doğurdu. Amerika, Sovyet işgaline karşı mücadele eden Afgan mücahitlerine her türlü desteği sağlarken, aynı zamanda İslamcı savaşçılardan bir ordu kurulmasına da ön ayak oldu. Bu gruplar, Soğuk Savaş bittiği zaman silahlarını Amerika  döndürecekti. 11 Eylül saldırılarını da gerçekleştirecek olan bu oluşumla birlikte dünya, halen içinde yaşadığımız yeni bir döneme kapı aralayacaktı.

1985-1991 Döneminde Soğuk Savaş: Soğuk Savaş’ın Sonu

Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından Avrupa’da ve Orta Asya’da 23 yeni ülke ortaya çıkacaktı. Bu dönem, Mihail Gorbaçov’un iktidara gelmesiyle başlayıp, Sovyetler’in 1991’deki çöküşüne kadar sürdü. Bu dönemde Çernobil Faciası yaşanmış, Gorbaçov’a karşı darbe girişimi yapılmıştı. Gorbaçov ile birlikte bloklar arasındaki tansiyon düşmüştü.

Soğuk Savaş Döneminde Nükleer Silahlanma Yarışı

Soğuk Savaş döneminin en belirgin özelliklerinden biri Varşova Paktı ülkeleri NATO üyeleri arasından yaşanan silahlanma yarışıdır. Bu yarış, askeri teknolojide birçok bilimsel alanda yeni keşiflerin yapılmasını teşvik etmiştir. Nükleer silah ve füze sanayinde devrim niteliğinde bazı gelişmeler kaydedilmiş, bu iki ülke arasındaki Uzay Yarışı’nı da tetiklemiştir. Öyle ki, bu dönemde yörüngeye uzay mekiği ve insan göndermek için fırlatılan roketlerin büyük çoğunluğu Soğuk savaş’taki silahlanma yarışının ürünleridir. Silahlanma yarışı temel olarak avcı, keşif ve bombardıman uçakları, kimyasal silahlar, biyolojik silahlar, uçaksavar silahları, yerden yer fırlatılan füzeler, kıtalararası balistik füzeler, anti-balistik füzeler, tanksavar silahları, denizaltılar ve denizaltılara karşı geliştirilen silahlar, elektronik istihbarat ve casus uyduların ‘’ daha öldürücüsünü ‘’ yapma koşusu olarak da özetlenebilir.

Soğuk Savaş’ta Dehşet Dengesi

Nükleer silah yarışının en önemli özelliklerinden biri de, nükleer bomba taşıyan uçakların vurulabilme ihtimalinden ve bunun yaratacağı yıkımdan korkulmasından dolayı geliştirilen kıtalararası nükleer füzelerin geliştirilmesiyle ulaşılan dehşet dengesidir. Bu denge, her iki tarafın da birbirine saldıramayacağı güvencesine dayanır. Zira bir nükleer silahlar ateşlenirse, daha füzeler hedefine varmadan diğer taraf bunu tespit edebilecek ve o da karşı saldırıya geçecektir. Çünkü her iki taraf da birbirlerinin tamamen yok edebilecek ve dünyayı yaşanmaz hale getirebilecek kadar çok sayıda nükleer silaha sahiptir. Sonuç, herkes açısından bir yıkımdır. Bu yüzden karşı tarafa yapılacak nükleer bir saldırı bir anlamda intihar demektir; bu yüzden de kimse buna girişmemiştir. Bununla birlikte, özellikle de Soğuk Savaş’ın sonlarına doğru, bu silahların hedeflerini vurabilme kapasitesi ve sayıları arttıkça ilk vuruşu yapan tarafın avantajlı olabileceği düşüncesi, dehşet dengesi teorisini zayıflatmış, bu da endişeleri arttırmıştır.

Soğuk Savaş Casusluğu

Soğuk Savaş’a katılan ülkelerin askeri güçleri, savaşa nadiren doğrudan katılmışlardı. Ama istihbarat  alanında kıyasıya bir savaş vardı. Sayısız film ve romana ilham kaynağı olan istihabarat savaşları, genellikle Amerika’nın CIA’sı, Sovyetler’in KGB’si, İngiltere’nin MI6’sı, Doğu almanya’nın Stasi’si ve Batı Almanya’nın BND’si arasında cereyan etmişti. İkinci Dünya Savaşı sırasında Amerika ve İngiliz istihbaratlarının oluşturduğu süper  casusluk sistemi ECHELON, Sovyetler Birliği, Çin ve bu ülkelerin müttefiklerine karşı kullanılmıştı. CIA’ya göre komünist ülkelerdeki teknolojinin büyük kısmı Batılı ürünlerin bir kopyasıydı. Bu ürünler, ya yasal olarak satın alınmış ya da casusluk yapılarak elde edilmişti.

Soğuk Savaş Döneminde Türkiye

Amerikan Başkanı Truman’ın 12 Mart 1947’de  Truman Doktrini’ni ilan ettiği konuşması ile birlikte Türkiye  de o dönemde herkesi tehdit eden Sovyet yayılmacılığına karşı güvenceye alınmıştı. O tarihten itibaren Türkiye, özellikle dış politikasını, Soğuk Savaş boyunca bir üyesi olduğu Batı bloğunun önceliklerine göre şekillendirecekti.

Türkiye’ye biçilen rol belli idi; Türkiye, İkinci Dünya Savaşı sonrası başlayan ve 45 yıl süren Soğuk Savaş boyunca Sovyetler Birliğinin Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’e yönelik yayılmacı iştahını perdeleyecek, bir tür tampon görevi yapacaktı ev yaptı da. Türkiye’nin bu Batı yanlısı siyaseti, NATO üyeliği ve Avrupa Birliği’ne katılma çabası ile daha da pekişmiştir. Diğer bir deyişle Türkiye, Soğuk Savaş boyunca dış poltikasını, Batı istikametinde otomatik pilota bağlamış, bağımsız politika geliştirme peşinde olmamıştır. Soğuk Savaş, bir bakıma Türkiye’yi Sovyet saldırganlığına karşı göreceli olarak korumuş olsa da, bu süreç boyunca Türkiye’nin askeri potansiyeli, demokratik kimliğinden daha fazla itibar görmüştür.

Türkiye’nin Batı bloğunda kalmasını temin adına, askeri darbelere ve insan hakları ihlallerine karşı büyük tepki gösterilmemiş, hatta Baı, bizzat bu darbelerin yönlendiricisi v destekçisi de olmuştur. Yaygın bir inanışa göre Türkiye, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle bite İki Kutuplu Dünya düzeninin ardından yaşanan gelişmelere karşı hazırlıksız yakalanmış, hatta bu dönemde Batı nezdindeki değerini de kaybetmiştir. Bununla birlikte bir başka açıdan Soğuk Savaş’ın bitimi, özellikle Ortadoğu ve Orta Asya üzerindeki donmuş şablonları kırınca, ortaya, Türkiye ile din, dil, ırk ve tarihi arka planı paylaşan Orta Asya ve Ortadoğu gibi havzacıklar çıkmış, Türkiye’nin Orta Asya ile ‘’ abilik ‘’, Ortadoğu ile de ‘’ batı ile Doğu arasındaki köprü olma ‘’ gibi bir ilişki kurma durumu ortaya çıkmıştır. Türkiye, ortak kanaate göre, Sovyet sonrası döneme hazırlıksız yakalandığı için ‘’ abilik ‘’ misyonunda uzun soluklu olamamışsa da halen yürürlükte olan ‘’ köprü ‘’ rolünü oynama iddiasını sürdürmektedir.

Öte yandan her ne kadar Soğuk Savaş’ın bitimiyle Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bağımsızlıklarını kazanan Orta Asya Cumhuriyetleri’nin sahip oldukları, petrol ve doğalgaz kaynakları, yeni bir paylaşım savaşını da beraberinde getirmiş, bu kaynakların Avrasya’dan Batılı pazarlara taşınacağı güzegahları kontrol etme çabası, Soğuk Savaş sonrası siyasetin temel konularından biri olmuştur. Ayrıca Sovyetler’in denge unsuru olarak sahneden çekilmesiyle meydan Amerika’ya kalmıştır. Dünyanın görece daha istikrarsız bir döneme girdiği bu zaman diliminde, iki Körfez Savaşı yanmış, 11 Eylül saldırıları olmuş, Afganistan ve Irak, Amerikan işgali yaşamıştır.

17 Ocak 1991’de, dönemin Amerikan Başkanı ‘’ Baba Bush’’ Birinci Körfez Savaşı’nın başlama gerekçesini açıkladığı konuşmasında ‘’ Geçtiğimiz yıl içinde çok uzun sürmüş bir çatışmalar ve Soğuk Savaş dönemini noktalayarak, büyük ilerlemeler sağladık. Şimdi önümüzdeki hedef, kendimiz ve gelecek kuşaklar için yeni bir dünya düzeni kurmaktır’’ diyerek, Soğuk Savaş’ın bitişini perçinlemiştir.

Özetle Soğuk Savaş’ın ortadan kaldırdığı göereceli denge ortamının yerini, özellikle Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra ölçüsüz, başına buyruk ve tek taraflı Amerikan gücü almıştır ev bu sürecin yarattığı belirsizlik, küresel terör ve savaşlarla halen devam etmektedir.

Yorum yapın