Anadolu Kavağı Nerede ? Nasıl Gidilir, Nereleri Gezilir ve Tarihi Hakkında Bilgi
Boğaz’ın Karadeniz’e kavuştuğu yayvan koy, günümüzde Rumelifeneri’nin açıklarındaki sert akıntı ve rüzgarın etkisiyle tehlikeli bir geçit halini alır. Gemiler burada, Kianae ve Simplegadea adları verilen kayalara savrulabiliyordu. Bu kayaların alt ve üst çene dişleri gibi birbirlerine dokunduğu ve gemileri bir lokma gibi çiğnediği efsanesinden önceki bölümde söz etmiştim. Altın Yapağı peşinde, Karadeniz’in doğu ucuna Kolkhis’e yolculuk yapan Argonotlara, Kral Phineas yol göstermişti. Korku veren her şey gibi bölge aynı zamanda derin bir saygı da görüyordu. Gemiciler açık denizlere çıkmadan önce burada bulunan kutsal alanları ziyaret eder, adak adarlardı.
Bizans’tan günümüze bir müstahkem bölge olan Anadolu kavağı’nda bulunan kaleler bir dönem Ceneviz denetimine geçtiği için Osmanlı halkı bunlara Ceneviz Kaleleri ismini vermişse de aslında, bu surlar Bizans tarafından inşaa olunmuşlardır. Köydeki kalelerin en büyüğü Yoros Kalesi’dir. Yoros, müjde anlamına gelir. Bu burnu aştığı zaman gemiciler artık Karedeniz’in hoyrat ellerinden kurtulup Boğaziçi’ne varmış oluyorlardı.
Başka bir iddiaya göre Yoros adı, ‘’ kutsal yer ‘’ anlamına gelen Hieron’dan türemiş. Yine Yoros adının, Zeus’un sıfatları arasında anılan, ‘’ Hayırlı Rüzgar ‘’ anlamına gelen ‘’ Ouirus’’tan geldiğini kaydedenler olduğu gibi aynı isimli bir rahipten geldiği de başka bir söylenti. Bunlar dışında birkaç iddia daha var. Sözün özü, bu adın kaynağı konusunda bir mütabakat sağlanmış değil.
Beş yüz metrelik uzunluğu ve altmış ile yüz otuz metre arasında değişen genişliği ile İstanbul’un en büyük kalesidir Yoros. Evliya Çelebi, bu siyah renkli kalenin içinde iki yüz kadar Müslüman konutunun bulunduğunu söylüyor. Ayrıca 4. Murat tarafında da, Kavak Kalesi adıyla anılan başka bir kale daha inşa edilmişti. Tıpkı karşısındaki benzeri gibi, bu da Karadeniz yönünden gelebilecek tehlikelere karşı kurulmuştu. İki yaka arasında bir zincir gerildiği de söylenir. Gemiciler Anadolu feneri’yle karıştırabilirler diye köyde geceleri ateş yakılmazmış.
Aslında yerleşim için çok uygun bir konum olmasına rağmen, bir gümrük noktası oluşu nedeniyle gelir kaynakları boldu ve bu durum, Anadolu’dan önemli miktarda nüfus çekmekteydi. Zaman zaman, hava koşullarının düzelmesini bekleyen gemi sayısının üç haneli rakamlara vardığı kaydedilir. Bu da ciddi miktarda müşteri demekti, ki köydeki dükkanların sabaha kadar açık kaldığı bilinir. Küçük, sivri saplı, siyah incirleri, sarı kirazı ve lezzetli armutu da müşterilin rağbet ettikleri ürünler arasındaydı. Ayrıca Anadolu Kavağı’daki kadar lezzetli ve temiz midye tava kolay bulunmaz. Karadeniz ağzı olduğu için suyu temiz olan bölgede yetişen midyelerin de kirlenme riski çok zayıf. Çünkü bilindiği gibi midye, sudaki kirliliği bünyesine katan bir canlıdır. Akıntının sürekli ve hızlı olduğu bir noktada midyeler de temiz ve lezzetli haliyle. Özellikle burada yapılan tarator sosunun eşi benzeri bulunmaz. Bunlardan başka Anadolukavağı da karşı kıyı kadar güzel sularıyla tanınırdı vaktiyle. Ancak çok acıkmadıysanız bu midye faslını tepeye çıktıktan sonraya bırakmanız tavsiye ederim. Tok karnına efor harcamayı seviyorsanız o başka !
Fatih, İstanbul’u muhasara ettiği zaman Bizans surlarını dövmek için kullanacağı bazalt taşlarını bu bölgedeki taş ocaklarından almış denilir.
Karayolundan gitmek için bir askeri bölgeden geçmek gerekiyor. Burada artık deyiş halini almış olan Rum doktor, Marko Paşa’nın evi bulunuyordu. Munis, dert dinlemeyi seven bir adam oluşuyla tanınırmış.
İki yakadaki fenerler ( Anadolu ve Rumeli Fenerleri ) Karadeniz’den gelen gemileri kılavuzluk etmesi amacıyla dikilmişti. Fenerlerin ışığı 20 milden görünür.
1833 yılında Kont Orlof ile imzalanan antlaşmanın yapıldığı Hünkar İskelesi ya da Umuryeri Köyü’nün eski adı Argironyon’du. Burada İustinianus cüzamlılar için bir hastane yaptırmıştır.