İnebahtı Deniz Savaşı Nedir? Ne Zaman, Nerede, Neden Olmuştur? Sonuçları Nelerdir ?

Photo of author

By Bilgio.Net

İnebahtı Deniz Savaşı Nedir? Ne Zaman, Nerede, Neden Olmuştur? Sonuçları Nelerdir ?

Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu İkinci Selim ( Sarı Selim ) kendi gerçekleştireceği bir fethin peşindeydi. Ancak bir ordunun başında sefere çıkmak ona göre değildi. Bu durumda söz konusu seferi bir adaya düzenlemek daha güvenli görünüyordu: Kıbrıs’ı gözüne kestirmişti. Müslümanlar, yüzyıllar önce adayı almış ve burada bulunan St. John şövalyelerini adadan çıkarmışlardı. Fakat denizlerdeki üstünlüklerini giderek artırmakta olan Venedikliler, yakın bir zamanda adayı geri almışlardı. İnebahtı, Modon ve koron kaleleri, Venediklilerin muteber ve güvenilir kaleleriydi.

Aslında Venedik ile Osmanı İmparatorluğu’nun hep garip bir ilişkisi vardı. İtalya, Osmanlılarla belirli aralıklarla savaşmış bir ülke olmasına karşın, Hristiyanlık dünyasında Türklerin önde gelen ticaret ortağıydı. Venedik, Osmanlılara doğudan gelen malları alıyor ve daha sonra Avrupa’ya satıyordu. İtalya, Hindistan ve Çin’le olan ticarette üstünlük sağlamaya çalışan Portekizlileri hizaya getirmesi için Osmanlı Sultanı’na ısrarda bile bulunmuştu. Osmanlı, bu sebeple Hint denizinde yaptığı savaşta Portekizlilere yenik düşmüş ve bu da Avrupa’daki güç dengeleri üzerinde etkili olmuştu. Fakat Avrupa’da meydana gelen hadiseler, Sultan Süleyman’ı ve tahtını etkileyecek kadar güçlü değildi, ancak Venedik zayıflıyordu.

Sultan Süleyman’ın başveziri Sokullu Mehmet Paşa, oğlu Selim’in döneminde de vezirlik yapmış, ancak padişahın Kıbrıs Projesine karşı çıkmıştı. Venedik ve Fransa Krallığı, Osmanlı ile iişkileri iyi olan Hristiyan ülkelerdi. Osmanlılar ile hasmane ilişkiler içerisinde olan ülke Kutsal Roma Germen İmparatorluğuydu. İmparatorluğun Avusturya Krallığı, Osmanlının batı sınırında Türklerle sürekli karşı karşıya geliyordu. Avrupa’nın diğer ucunda ise İmparatorun yeğeni tarafından yönetilen ve o rıalara bir Müslüman isyanıyla uğraşmakta olan İspanya Hansburg krallığı vardı. Sokullu Mehmet Paşa, bu isyancılara yardım etmenin daha iyi bir fikir olacağını savunuyordu. Ayrıca Osmanlı, güç kullanarak Kıbrıs’ı almaya kalkıştığında, tüm Hristiyan güçleri tek bir yumruk olarak karşısında bulabilirdi.

Sultan Selim şu soruyu sorarak ulemanın fikrini başvurdu: ‘’ Bir Müslüman kafirlerin eline geçtiği zaman, Sultanın görevi onu tekrar İslam topraklarına kazandırmak değil midir ?’’

Alimler, bu soruya olumlu cevap verdiler. Hristiyanların güçlerini birleştirme meselesine gelince, Padişah böyle bir duruma ihtimal vermiyordu. Hristiyanlar, kendi aralarında küçük parçalara ayrılmışlardı. Osmanlı ile uzun süredir devam eden ilişkilerinden ötürü Venedik’in Hristiyan Avrupa’da bir müttefiki de yoktu. Ayrıca krallar ve prensler bir cumhuriyet olduğu için Venedik’ten nefret ediyorlardı. Üstelik Venedik, doğuyla ticareti azaldıkça tarım arazisi kazanmak için kara sınırlarını genişletmeye başlamıştı. Bu da Germen İmparatorluğu ve Papalıkla arasında anlaşmazlıkların çıkmasına sebep olmuştu. İspanya’nın ilgisi ise sadece kendi yeni imparatorluğuna ve Akdeniz’in batısındaki ticarete odaklanmıştı. Venedik’in doğu ile olan ticareti, İspanya’yı uzaktan yakından ilgilendirmiyor sanılıyordu. Aslında İspanya Kralı İkinci Philip, Doğu Akdeniz ticaretini Venedikli ve Türk ortakların elinden almaya çalışan Portekiz üzerinde bir baskı kurmaya hazırlanıyordu. İspanya, Venedik ve Papalığa bağlı eyaletlerin hepsi Hristiyanlığın bir kolu olan Katolik mezhebindendiler ve Protestanlarla amansız bir çatışma halindeydiler. Kutsal Roma Germen İmparatorluğu ise bu iki kol arasında ayrılmıştı ve iç savaşa doğru gidiyordu. İspanya da Felemenk bölgelerinde bulunan isyancılara karşı savaşılıyordu. Kısacası Katolikler, birbirlerine bile yardım edemiyorlardı. Güçlü Fransa Krallığı, Habsbugların hem İspanya’da hem de Kutsal Roma Germen İmparatorluğu içinde baş düşmanı olup çıkmıştı. Bu durumda manzara şuydu; Osmanlı, Kıbrıs’a girerse, başa çıkması gereken tek ülke Venedik olacaktı.

Müslümanlar Hint Okyanusu’nda yapılan savaşta yenilmişti, fakat hadise, Avrupalıların şuurunda henüz tam yer etmemişti. Türkler, Viyana’yı alamamışlarsa da Avrupa’daki en büyük askeri güce sahiptiler ve dünyayı fethetmek ister gibi bir halleri vardı. Türk donanmaları Hristiyan sahillerine sefer düzenlemekten hiç vazgeçmediler. Avrupa’nın sıradan halkı, özellikle Orta Avrupa’da ve Akdeniz kıyılarında olanlar, hep bir Türk korkusu ile yaşadılar. Öyle ki bazı dillere bu korkuyu anlatan deyimler bile girdi. Liderler için ise aynı durum söz konusu değildi. İmparator, Türklerden değil, Protestanlardan endişe duyuyordu. Fransa Kralı, Habsburgların Almanya ve İspanya kanatlarından yapacağı tehlikeli akınlardan kaygılıydı. İspanya Kralı’na gelince, o da, Fransa Kralının İtalya toprakları üzerinde genişleme politikasından rahatsızdı. Papalık ise Hristiyan dünyasının genel durumundan ötürü endişe içindeydi.

1566 yılında Avrupa, yeni Papayı selamlıyordu. Papa 5. Pius’un tipik Rönesans papalarından farklı bir çizgisi vardı. Son derece sade bir kişisel hayatı olan Papaya göre Müslüman Türkler, bir gün Avrupa’yı yutacaktı. Osmanlı Padişahı Sultan İkinci Selim kuzeyde Orta Asya’ya kadar uzanan, güney Mısır ve Yemen, doğuda Mezopotamya’yı içine alan, batıda ise Fas’a kadar ulaşan çok geniş bir imparatorluğu yönetiyordu. Türkler hala ilerliyor ve Venedik’i tehdit ediyorlardı. Pius’a göre tek çare, Türklere karşı bir Hristiyan Birliği oluşturulmasıydı. Fakat Avrupa’daki prenslikler bunu istemiyordu.

İnebahatı Deniz Savaşı’nın Nedenleri Nelerdir ?

13 Eylül 1569’da Venedik Arsenal’de bir barut fabrikası infilak etti. Patlama sonucu çok büyük bir yangın çıktı. Arsenal, Venedik askeri gücünün merkeziydi. Gemilerin yapıldığı, silahların üretildiği, barutun depolandığı ve her türlü savaş mühimmatının bulunduğu, stratejik bir noktaydı. Patlamayla meydana gelen hasarın boyutları hakkındaki rivayetleri ağızdan ağza dolaştıkça büyüyordu. Haber, İstanbul’a ulaştığında, Sultan Selim’in ilk aklına gelen ‘’ Venedik’in artık savunmasızolduğuydu ‘’. Bundan daha iyi  bir fırsat olamazdı. 20 kadırgayı diğer savaş gemileri ve 85 asker gemisiyle birlikte Kıbrıs’a gönderdi. Şeyhülislam Ebussu Efendi, Kıbrıs’ın fethi hakkında verdiği meşhur fetvasında belirttiği üzere, Kıbrıs’a hakim olan Venediklilerin deniz yollarının emniyetine ve Türk gemilerine tecavüz ve saldırıda bulunarak, aradaki sulhe uygun hareket etmediklerini ifade etmişti.

Harekete geçen donanmayla Piyale Paşa komuta ediyordu. Ordu ise Lala Mustafa Paşa’nın emrindeydi. Lala Mustafa Paşa, Sultan Selim’in hocasıydı. Lala Mustafa Paşa Haziran ayında Lefkoşa’yı kuşatma altına aldı. Lefkoşa bir kale şehri sayılmazdı, fakat 10 bin kişilik  Venedik garnizonu, toprak tabyalarda direnerek teslim olmayı reddetti ve Ağustos başlarında düzenlediği bir hücumla Türk ordusunu geri çekilmek zorunda bıraktı. Hatta garnizon, siperlerine geri dönmeden önce bir miktar ganimet elde etmeyi de başarmıştı.

Bu arada Papa, isteksiz olsalar da İspanya ve Venedik’i birlikte hareket etmek konusunda ikna etmişti. Daha sonra Cenova ve Papalığa bağlı eyaletler ile bazı küçük İtalyan şehirleri ve Stç John şövalyeleri de bu Hristiyan birliğine katıldı. Fransa ise Papanın çağrılarına kulaklarını tıkamıştı. Kutsal Roma Germen İmparatorluğu da birliğe katılmamış, ancak İspanya Kralı Philip’in bir miktar askerle papayı desteklemesine izin vermişti. Roma aristokrasisi Hristiyanlık adına görevlerini yerine getirmeye çağrılmıştı.

Papalık kuvvetlerinin başına Pagliano Dükü Marcantino Collonna getirildi. Sanki 1538 yılı müttefik birliği yeniden canlanıyordu. Fakat daha önce müttefik orduda görev alan Roma’ya, İspanyollara ve Venediklilere bu sefer Fransa, Portekiz, hatta Leh kralları bile katılacaktı.

Osmanlılar bu faaliyetlerden haberdardılar, hatta Sokullu Mehmet Paşa, bu teşebbüsü engellemek için Fransız elçi ile beraber Türklere avantaj sağlayacak bir yöntem düşünmüştü. Fransa Kralı’nın kız kardeşi, Erdel Vasalı Sigismund Zapolya ile evlendirilecekti, ancak 1571 yılı ortalarında Zapolya’nın ölümü bu planları alt üst etti. Sonuç olarak Papa, İspanya Kralı ve Venedik Dükası, aralarında imza ettikleri bir anlaşma ile 25 Mayıs 1571’de Osmanlı’ya karşı Kutsal İttifak adı altında birleştiler. Bu itifak, Avrupa hükümetlerinin, kuruluşundan beri Osmanlıya karşı yaptıkları 13. İttifaktı ve tüm ittifakların başlıca tertipçileri Papa ve Venedik Cumhuriyeti idi.

Kutsal İttifak, birleşik bir donanma hazırlayabildi, ama aralarında bir ahenk oturtmamışlardı. Düzenlenecek seferin hedefi, sadece Kıbrıs’ı kurtarmak değil, Türkler tarafından ele geçirilmiş bütün toprakları geri almaktı. Lala Mustafa Paşa, Piyale Paşa’nın donanma askeriyle kendisine destek olmasını istedi. Bu takviye ile Türkler Lefkoşa’da büyük bir fırtına estirdiler. Daha sonra garnizon ve şehir halkı geçirilerek Famagusta’ya ( Bugünkü Gazi Magosa ) doğru hareket edildi.  Sultan Selim de Ali Paşa’nın komutasında yardımcı kuvvetler göndererek donanmayı genişletti. Famagusta garnizonunda sadece 7 bin asker bulunuyordu, ancak bu askerler, kış başlayana kadar Osmanlılara karşı direndi. Venedik amirali Marco Quirini, Türk donanmasının blokajını geçerek Famagusta’ya iaşe temin etmeyi başardı. Bu durum Sultan Selim’i çok kızdırıyordu.

Lala Mustafa paşa, şehri baharda yapılacak bir savaşla almayı planlıyordu. Fakat Ağustos ayı gelmiş, şehir hala düşmemişti. Sonunda Famagusta garnizonuna, Kanuni’nin Rodos Şövalyeleri’ne teklif ettiğine benzer bir anlaşma sunuldu. Eğer teslim olurlarsa garnizon  e şehir halkı hiç zarar görmeden, tercih ettikleri bir Hristiyan ülkesine nakledilecekti. Famagusta teslim oldu. Osmanlı Kıbrıs’ın fethinden maddi bir kazanç elde edememişti fakat Sakız adasının ve takımadalarının Josef Nassi’ye verilmesi ve Kıbrıs’ın fethi ile Osmanlı’nın Doğu Akdeniz sularındaki hakimiyeti güvence altına alınmıştı. Türkler artık Doğu Akdeniz’in tek hakimiydiler.

İnebahtı Deniz  Savaşı Ne Zaman ve Nerede Oldu ?

Sultan Selim, fetihlerden vazgeçmek niyetinde değildi, çünkü Venedikliler savaş istiyordu. O halde savaşılacaktı. Ali Paşa’ya savaşı Venedik’e taşıması emri verildi. Adriyatik’e doğru yelken açan Ali Paşa, yol üzerinde hiçbir Venedik gemisiyle karşılaşmayınca sahil boyunca gördüğü tüm küçük garnizonları aşıp Venedik’e doğru yol aldı.

Ali Paşa Venedik gemileriyle karşılaşmamıştı çünkü o sıralar hepsi İspanya ve diğer müttefiklerle birleşmek üzere Sicilya’da bekliyorlardı. Famagusta’nın düşmesi, Hristiyan birliğini tekrar harekete geçirmişti. Bu kez gerçekten birleşiyorlardı. Venediklilere Sebastiano Veniero komuta ediyordu. Veniero, yüzyıllar önce 80 yaşındayken, İstanbul’a düzenlenen Haçlı seferlerini yöneten Enrico Dandolo’nun soyundan geliyordu. Veniero 75 yaşındaydı, birleşik donanmaya komuta etme düşüncesindeyd, fakat savaş masraflarının yarısını karşılayan İspanya Kralı Philip, kendisi bir komutan atamak istemiş ve kardeşi Don juan’u seçmişti. Don Juan henüz 26 yaşındaydı. 5. Charles ile bir Alman tüccarının kızının gayrimeşru oğluydu. Philip onu donanmanın başına komutan tayin edinceye kadar gözlerden uzak yaşamıştı. Yakışıklı, karizmatik ve enerji doluydu, askerliğe de kabiliyeti vardı. Daha da önemlisi, müttefiklerin liderleri arasında mantıklı düşünebilen tek kişiydi. Bu Haçlı Seferinin önderi; Batılı Şövalyelerin sonuncusu, serüvenleri itibariyle masal, roman ve destan kahramanlarına benzeyen Don Juan’dı.

Don juan, donanmanın kompozisyonunu değiştirmekle işebaşladı. Arık her milletin kendi gemileri olmayacaktı. Üç bölüme ayırdığı donanmanın her parçasına İspanyolları, Nepolilileri, Venediklileri, Almanları ve Sicilyalıları karışık olarak yerleştirdi. Tarihteki son büyük kadırga savaşı olacak bu harpte, iki taraf da son kozlarını oynayacaktı. Kadırgalar, saldırıya genellikle birer ordu gibi, karşılıklı saf tutarak başlardı. Venedikli Agustino Barbarigo,  sok kanada komuta edecekti. Cenovalı Govanni Ansrea Doria, sağ kanattaydı. Don Juan merkezdeki büyük bölüğü aldı. Don Juan çoğu Akdeniz amiralinin aksine Portekizlilerin Hindistan seferlerinden öğrenilecek şeyler olduğunu düşünüyordu. Her üç bölüğün başına ateşli silahları olan ikişe öncü kuvvet yerleştirdi. Bunlar, Türklere ateş açarak düzenlerini bozmaya çalışacaktı. Osmanlıların savaş gemisi daha fazlaydı. 273 Osmanlı gemisine karşılık, müttefiklerin 231 gemisi mevcuttu.  Ancak Türk kadırgalarının he rbirinde 3 top varken, Don juan’ın gemilerinde bu sayı 4 ‘tü.

Ali Paşa’nın Yunanistan’ın içlerine kadar uzanan Corinth körfezine çekildiği haberi alındı. Bunun üzerine Hristiyan gemileri körfeze doğru yelken açtılar. Türk donanması her zamankinden erken hareket geçtiğinden, kürekçi ve savaşçıları eksikti. Hatta Pertev Paşa : ‘’ Savaşçı ve kürekçilerimiz çok eksiktir. Her bakımdan donanmamızda eksiklik olduğu gerçektir. Bu durumda İnebahtı limanında kalmamız ve eğer kafir üzerimize gelirse savaşmamız yerinde olur ‘’ diyordu. Fakat Kapudan Paşa, İstanbul’dan üst üste buyruklar geldiğini söyleyerek, düşman üstüne gitmeye karar vermişti.

Ali Paşa İnebahtı yakınlarında pozisyon alarak beklemeye başladı. O da donanmasını üçe ayırmıştı. Sağ ve sol kanatların güverteleri temizlendi ve toplara karşı takviye edildi. Yakın saldırılar için her gemide zırhlı askerler oklarla ve kılıçlarla hazır bekliyordu. İki donanma, 7 Ekim sabahı şafak sökerken, İnebahtı körfezinde aniden birbirlerini buldular. Hristiyan floşu hemen rakibini kuşatmayı başarmıştı. Kuvvetlerin gemileri ile toplalar donatılmış 6 baştarde Don Juan’un kadırgalarını takviye etmekteydi. Bu kadırgalar top ve çakmaklı tüfekle, askerlerin çoğu zaman okla savaştıkları Türk kadırgalarına göre daha iyi donanmışlardı.

Daha fazla gemileri olduğu için Osmanlılar, Hristiyan birliğinin donanmasını sağ taraftan kapatabiliyorlardı. Sağ tarafın komutanı Andrea Doria, taktiği sezmişti. Etrafının sarılmaması için ilerlemeye çalışıyordu. Bu yüzden Doria’nın bölüğü, Türklere diğer iki bölük kadar yakın değildi. İlk temas, Hristiyanların sol kanadı ile Müslümanların sağ taraftaki gemileri arasında oldu. Sol kanadın ilk kaybı, komutan Barbarigo oldu. Yerine geçen yeğeni de hemen arkasından öldürülünce, Hristiyanların sol kanat donanması bir anda paniğe kapılsa da sonunda Osmanlıları kıyıya doğru sürdü. Merkez ise Don Juan  ve Ali Paşa karşılıklı selamlaşmanın ardından birbirlerini iyice yaklaşmışlardı. Don juan’ın önden gönderdiği kuvvetler, o kadar etkili bir top ateşi açmışlardı ki Osmanlılar, donanmanın düzenini bozmak pahasına hızla geri çekilmek zorunda kaldı.. Ali Paşa dümeni doğrudan Don Juan’ın gemisinin üzerine doğru kırdı. Her iki geminin askerleri arasında sıcak temas gerçekleşmiş, gemiler arası geçişler başlamıştı. Veniero, gemisini bu kargaşanın tam ortasına soktu. Bu arada Don juan2ın bayrak gemisinin komuatanı Colonna, bir Türk kadırgasını ateşe verdikten sonra bayrak gemileri arasındaki mücadeleye katıldı. Türk donanmasının merkezi dağılmıştı.

Bu sırada Müslümanların sol kanadına komuta eden Uluç Ali Paşa, Andrea Doria’nın gemilerini çember içine almaya çalışırken, ani bir kararla tam tersi istikamete yönelerek, Doria’nın bölüğü ile Don juan’ınkiler arasındaki boşluğa girdi. Hristiyan donanmasının arka taraflarına kadar giderek burada birkaç gemiye yaptığı saldırılarda üstünlük sağladı. Doria, Türkleri takip etmek üzere döndü, ancak yedek kuvvetlere komuta eden İspanyol Amiral Marquis, bölgeye ondan önce varmıştı. Yedeğinde esir alınmış Türk gemilerini götüren Don juan, ele geçirdiği ganimet gemilerini bırakarak, bu kez Uluç Ali Paşa’ya doğru saldırdı. Uluç Ali Paşa’nın kumandasındaki Türk sağ kanadı, savaş disiplininden kopmadan savaştı ve hiçbir kayba uğramadı. Üstelik Haçlı sağ kanadını da bozmayı başarmıştı. Uluç Ali Paşa, bu başarının ardından Kaptan’ı Deryalığa getirildi ve ‘’ Kılıç Ali Paşa ‘’ olarak anılmaya başlandı.

Osmanlı tarihçisi Peçevi : ‘’ Böyle uğursuz bir savaş, değil bir İslam devletinde, Hz. Nuh Peygamber gemiyi icat edeli beri dünya denizlerinde bile görülmüş değildir. 190 parça gemi, din düşmanının eline geçti. Gemilerin hepsinde en az 300 adam bulunurdu. Buna göre hesap edilirse yitirilen insan sayısı 20 bini bulur ‘’ diyerek, yenilginin büyüklüğünü vurgulamıştır. Yanan 92 Osmanlı kadırgası, bütün gece Arnavutluk sahillerini aydınlattı. Yüzlerce top ve binlerce Osmanlı gemicisini taşıyan 140 kadırga, ertesi gün müttefikler tarafından paylaşıldı. İnebahtı’nın dalgaları birkaç saat içinde 30 bin Osmanlı ve 10 bin Hrıstiyanı yutmuştu. 15 yüzyıl önce aynı bölgede yapılmış olan Actium Savaşı’ndan birkaç kez daha kanlı bir savaştı bu. Ve savaş, Don Juan’a şan ve ganimetten başka bir şey sağlamadı. Diğer taraftan Venedik, vergi karşılığında Kıbrıs’ın iç taraflarını güvence altına alınmasını sağlayacak bir barış antlaşması yapabileceğini umuyordu. Osmanlı Sultanı’nı tahrik etmek ve deniz muharebelerine sadece Venedik’e özgü bir karakter vermek, Venedik’in işine gelmezdi. Osmanlının sürekli düşmanlığı eninde sonunda Venedik’in çöküşü anlamına gelirdi.

İnebahtı Deniz Savaşı’nın Sonuçları ve Önemi Nedir ?

Osmanlı kaynaklarında ‘’ Sıngın ‘’ olarak da geçen İnebahtı Savaşı’nın Osmanlıya faturası büyük oldu doğrusu. Halen bile dünyanın en büyük deniz savaşlarından biri kabul edilen İnebahtı, Osmanlı bayrağı taşıyan 142 gemi Akdeniz’in derin sularına gömüldü. 20 bin Osmanlı denizcisi şehit oldu. Bazı kaynaklar ise farklı rakamlar verir. Osmanlıların tüm kadırgaları ele geçirilmiş, bir kısmı da batırılmıştı. 30 bin civarında kayıp verilmiş, 3 bin kişi esir düşmüştü. Hristiyanlardan da, 10 kadırga kaybı, 8 bin ölü, 21 bin yaralı vardı. Müezzinzade Ali Paşa gibi birçok değerli Osmanlı paşası ve beylerbeyi de öldüğü için yetişmiş insan gücü de kaybedilmişti.

İnebahtı Savaşı 16, yüzyılda Akdeniz’deki askeri olayların en çok gürültü koparanıdır. Fakat müttefiklerin teknik üstünlük ve cesaret yoluyla elde ettikleri bu başarı, tarihin olağan perspektifleri içine zorlukla yerleşebilmektedir. Çünkü bu beklenmeyen zaferin sonuçları stratejik olmamıştır. Müttefikler, ertesi yıl Modon önlerinde yenilmiş, 1573’te ise tükenen Venedik mücadeleyi terk etmiştir. 1574’te Osmanlılar, La Goulette ve Tunus’ta zafer kazandılar. Ve bütün Haçlı hülyaları ters rüzgarla dağıldı. Yine de İnebahtı, Türk gücünün sekteye uğratılması bakımından zihinlerde yer etmiştir. Hristiyan korsanlığı yıllar boyu sürecek çekici bir güç haline gelmiş forsa ikmali sağlanmıştır.

Psikolojik olarak türk üstünlüğünün sona ermesinin ardından Hristiyan dünyası, yeni proje ve hedeflerle ortaya çıkıp, uzak toprakları gözüne kestirdi. Artık kuzey Afrika’yı, Mısır ve Suriye’yi, Kıbrıs, Rodos ve Mora’yı istemekteydiler.  İçlerinde en hayalci olan Papa ve Avusturyalı Don Juan , Kutsal Toprakları kurtarmanın ve İstanbul’u almanın hayalini kurmaktaydı. Tunus, Doğu ve Cezayir seferlerini önerecek kadar ileri gitmişlerdi. Bunca hayale rağmen, İnebahtı Savaşı’nın en iyi yazan kişi olarak görülen P. Serrano bile, bu zaferin hiçbir meyvesinin olamayacağını açıklamıştı. Söylenebilecek en geçerli tespit, İnebahtı’nın yalnızca bir deniz zaferi olduğu ve topraklarla çevrelenmiş dünyada, kıtasal kökleri güçlü olan Türkleri yok etmeye yeterli olamayacağıdır.

İnebahtı, Türkleri Hint denizinden olduğu kadar ağır bir yenilgiye uğratmamış olsa da, o sıralar Hristiyan dünyasında büyük bir zafer olarak algılanmıştı. Yenilmez olarak bilinen Türklere karşı bir zafer kazanılmıştı. Savaş, Türklerin bir şehri alamamalarından ziyade, donanmalarının büyük çapta hasara uğratılması açısından önemlidir. Sultan Selim, yenilgi karşısında serinkanlı bir tavır takınarak en kısa zamanda yeni bir donanmanın tekrar inşasını emretmişti. Bunun üzerine Sokullu Mehmed Paşa yeni bir donanma hazırlanmasını istedi. Uluç Ali Paşa’nın bu istek üzerine bir takım teknik mazeretler ileri sürmesine üzerine Sokullu, tarihe geçen şu sözü edecekti: ‘’ Devletin servet ve kudreti o derecedir ki, gerekirse demirleri gümüşten, halatları ibrişimden, yelkenleri atlastan bir donanma yapılabilir. Eğer gemilerin bir noksanı bulunursa geliniz benden isteyiniz. ‘’

 

Yorum yapın