Tarih Boyuınca İstanbul’a Verilen İsimler ve Anlamları Nelerdir ?

Photo of author

By Bilgio.Net

Tarih Boyuınca İstanbul’a Verilen İsimler ve Anlamları Nelerdir ?

Binlerce yıl bütün dünya milletleri ve devletlerini alakadar eden İstanbul’un elbette ismi de tarihin alaka çekici mevzularından biridir.

Bizans ve Garplılara göre bu şehrin başlıca adları : Bizantiyon, Neo Roma, Konstantinopolis’dir.

Meşhur seyyahımız Evliya Çelebi türlü dillerde İstanbul’a verildiğini söyleyerek eserine kaydettiği 23 isim vardır. Bunlardan bazıları şunlardır :

Latincede Makedonya, Süryanice Yankoviçe, Frenkçe Yegfuriye, Moskofça Tekfuriye, Rumca Grandoye, Macarca Vezenduvar, Lehçe Kanatorya, Çekçe Albana, İsveçce Harkliyan, Felemenkçe İstefaniye, Arapça Konstantiniyei Kübra, Farsça Kayser-i Zemin, Hintçe Tahtı Rum, Moğolca Çakodurkan.

Batılılar ve Türklere Göre İstanbul’un Adları ve Anlamları Nelerdir ?

Konstantiniye, Dersaadet jve Biladıselase, Deraliye, Darüssaltana, Darülhilafe, İslambol, İstanbul ve Asitane’dir.

İstanbul fetihten sonra İslambol, Dersaadet, Deraliye, Asitane, Darülhilafe isimleriyle anılmıştır. Şimdi bunlar hakkında öğrenebildiklerimi kısaca arz edeyim.

Bizantiyon : İstanbul’a Bizantiyon denilmesi, şimdiki Topkapı Sarayı’nın bulunduğu yerde bir şehir kurmuş olan Megara kralı Vizas’a nisbetledir. İstanbul’un bu köşesinde Bizantiyon’un kuruluşu tarihini milattan önce 660 senesi olarak gösterilmektedir.

Neo Roma : Yeni Roma demektir. Tarihin dediğine bakılırsa Roma İmparatorluğu’ndan Büyük Konstantin esasen Roma ahalisinden memnun olmadığı için barbarların mütemadiyen impratorluk hududunu geçip her gün Roma’ya biraz daha yaklaşmakta olduğunu ve Hristiyanlıkla onun mümessili olan kilisenin de gittikçe nüfus kazanacağını anladığı için Roma’dan epeyce uzak  bir yerde bulunmak, aynı zamanda barbarların hücumuna uğrayacak derecede hududa yakın olmamak üzere yeni bir hükümet merkezi kurmayı düşünmüştü. Liçinyüs’le milatın 330 senesinde Edirne yakınında giriştiği muharebede Liçinyüs yenilerek kaçıp müttefikleri olan Bizanslılara sığınmış, Konstantin’de harp dolayısıyla gezdiği ve gördüğü Bizans’ın yerini pek beğenmiş olduğundan bu küçük şehri genişleterek, süsleyerek ve etrafına bir sur çevirerek burada yerleşmiştir.

Kanstantin zamanında bu şehre önce Neo Roma denilmişse de biraz sonra Konstantin şehri manasına gelen Konstantinopolis adı ınun yerine geçmiştir. Bu vaka yani İstanbul’un hükümet merkezi oluşu milatın 11 Mayıs 330 tarhine rastlar.

Konstantiniye : Şarklılar, bilhassa Araplar, kontantinopolis adını bu şekle çevirerek kullanmışlar ve Hazreti Muhammed de bu adı İstanbul hakkında sözünde yaşatmıştır.

Osmanlı türkleri Konstantiniye’yi sikkelerinde ve bir kısım yazışmada kullanmışlardır. Yazışmada evveline bir de Mahmiyye sıfatı ilave edilirdi.

İslambol : İstanbul’un fethinden Kanuni’nin yükseliş devrine kadar Türk nüfusunu seneden seneye çoğalınca şehrin çehresi tamamıyla İslamlar lehine değişmiş olduğundan Müslümanların çoğunluğundan mülhem olarak şehre İslambol adı verilmiştir. Bu ad, Üçüncü Ahmed zamanından Üçüncü Selim devrinin sonuna kadar basılan sikkelerde görülür. Daha sonraları ve garplılaşma cereyenları kuvvetlendiği sıralarda bırakılarak sikkelere yeni Konstantiniye adı basılıp Osmanlı hükümetinin ortadan kalktığı tarihe kadar böylece devam etmiştir.

Dersaadet : Okunduğu ve yazıldığı gibi Dersiadet olarak ele alınırsa bunun Türkçesi adetin dersi demek olur. Böyle manasız ve münasebetsiz bir ismin şehre verilmeyeceği tabiidir. Bir kısım dilciler, tabirin doğrusu der-i saadet yani saadetin kapısı’dır derler. Bunun münasebetsizliği de öyekinden az mıdır dersiniz ? bu gibiler saadetin, mes’ut olmanın kapısı İstanbul’dadır. Bu şehre gelen ve burada, yerleşenler her türlü saadete ererler, mütalaasını da sözlerine ilave ederler. Bu iddia, bir bakıma doğru olabilir. Hakikaten asırlarca İstanbul halkı taşraya nispetle refah içinde yaşamışlar, askerlik etmemişler, bir kısım vergileri vermemişler, bu güzel şehirde yan gelip sefa sürmüşlerdir. Fakat bunun kapı ile ne münasebeti olabilir ?

Halbuki tabirin aslı Dar-ı saadet yani saadet evi’dir. Bunda da ilkin ‘’ Saadetlü ‘’ padişahın ev, ve sarayı kastolunmuş, sonra tamim ve teşmil yollarıyla bütün şehre Dar-ı Saadet demişlerdir. Tabirin Arap gramerine göre yazılan ve kullanılan Darüssaade şekli de bunu gösterir. Hatta, sarayın harem dairesinin ve şehzadeler öektebinin amirine daha düne kadar Darüssaade ağası denildiğini de biliyoruz.

Arapçada ‘’ Dar ‘’; birkaç oda ve avluyu havi yer, ev, saray bina ve arsayı kapsayan şehir tarzında izah edildiğini de hatırlatırsam bu türlü anlayış ve anlatışta isabet görmeyecekler bulunmaz sanırım. Nitekim şarkta böyle ‘’ Dar ‘’ ile yapılan bir takım şehirler de vardır. Mesela Fas’ta Akşehit manasına gelen Darülbeyza, İspanyolcası Kazablanka ve ma’murluğu, yeşilliği dolayısıyla Cennet manasına kullanılan Darüsselam/Bağdat bu kabil adlardandır.

Dersaadet ismi bilhassa posta muhaberelerinde İstanbul yerine kullanılırdı.

Deraliye : bu tabirdeki Der’in de Dar olacağını izaha lüzüm yoktur sanırım. Doğrusu Dar-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye’dir. Bunun Türkçesi ‘’ Yüce Osmanlı Hükümetinin Şehri ‘’ olmak lazım gelir.

Bu tabir de bilhassa posta muhaberelerinde kullanılırdı.

Darüssaltana : Görülüyor ki, burada Dar tam yerinde kullanılmıştır. Çok kere bundan sonra bir de Seniye-i Osmaniye kelimeleri eklenerek Dar-üs Saltanat-üs Seniye-i Osmaniye tarzında ve daha ziyade İslam olmayan hükümdarlara yazılan muhaberatta kullanılırdı. Saltanatın ilgasından sonra kullanılmaz olmuştur.

Darülhilafe : Yavuz Sültan Selim’in Mısır’ı fethinden ve son Abbasi Halifesi Elmütevekkil Alallahissalis’ten hilafeti tevarüs ettikten sonra kullanılmaya başlanılmıştır. Sonuna ‘’Aliye ‘’ ve ‘’İslamiye ‘’ kelimeleri eklenerek ‘’ Dar-ül-Hilafet-il-Aliyetül İslamiye ‘’ şeklinde kullanıldığı da olurdu. Hilafetin ilgasından sonra bu ad da tarihe karışmış oldu.

Asitane : Kanaatimce üzerinde en ziyade konuşulacak as budur. Bu tabir sadece Asitane olarak kullanılmıyor, çok kere ‘’ Asitane-i Aliye-i Osmaniye ‘’ şeklinde de yazılıp okunuyordu. Farsça sanılan Asitane’nin bu dilde manası eşik veya pabuçluk olduğuna göre, bu tabirin de Türkçesinin saadet eşiği ve yüce Osmanl devletinin papıçluğu gibi birer manaya gelmeleri lazım gelir ki bu çok ilginç bir şey olur. Bununla beraber daha önce bahsi geçen ‘’ Dersaadet ‘’ ve ‘’ Der-aliye ‘’ tabirlerindeki ‘’ Der ‘’ yeni kapı işe eşik ve pabuçluk arasında ilk bakışta belki de münasebet, bir akrabalık bulanlar da olabilir.

İstanbul : Bu adın Konstantinopolis’ten kısaltılan Stin-Polis, yahut Rumca şehre veya şehirden manalarına gelen İsitnpolin’den geldiğine dair iki rivayet vardır. Bunlardan birincisi, üzerinde durulmaya değmez. İkincisi de hakikate ve mantığa tamamıyla ayıkırı görülür. Güya Türkler muhasara ve zapt etmek üzere bu şehre doğru gelirken yolda birisine rastlamışlar ve nereye gittiğini sormuşlar da o adam cevaben, ‘’ İstinpolin ‘’ yani şehre demiş ve bu sözden muhasara etmek istedikleri şehrin adının İstinpolin olduğunu kendi telaffuzlarıyla buna İstanbul demişlerdir. Bu, çok zayıf bir söylentidir.

Asya’nın en ücra köşelerinden kalkıp Avrupa’nın Atlantik sahillerine kadar defalarca gelip geçmiş olan Türklerin yolları üzerinde ve iki kıtanın birleştiği noktada bulunan İstanbul şehrinin yerini ve adını bilmemelerine ve ancak on üçüncü asırdan sonra Osmanlı Türklerinin bu suretle şehrin adını öğrenmiş olmalarına asla ihtimal verilmez. Bunun en büyük ilmi ve tarihi delili ise Osmanlı Türkleri İstanbul surları önüne gelmeden 200 sene önce Yakut el-Hamevi tarafından Arapça yazılmış olan El-Mucemü’l-Büldn adındaki tarih ve coğrafya diksiyonerinde İstanbul isminin kayıtlı ve yazılı bulunmasıdır.

 

Yorum yapın